Üniversite Hocaları Sosyal Medya Tuzaklarında Kaybolmasın
Akademik özgürlük, ifade cesaretiyle başlar; ama tarafsızlıkla ayakta kalır.
Sosyal medyada paylaşılan bir simge, bazen bir görüşten fazlasını anlatır — bir inancı, bir yönü, hatta bir kararı…
Bugünlerde üniversitelerdeki akademik özgürlük tartışmaları, sosyal medyadan taşan siyasi sembollerle daha da kızışıyor.
Kurt resmi, bayrak figürü ya da herhangi bir ideolojik paylaşım — bunlar bir hocanın profilinde görünürse, tarafsız eğitim hayali suya düşüyor.
Oysa bir akademisyenin sosyal medya hesabı artık yalnızca kişisel bir alan değil; kürsünün uzantısı, kamusal kimliğinin aynası.
Orada kullanılan her simge, her yorum, yalnızca bireyi değil, kurumu da temsil eder.
Bir paylaşım, bir imge, bazen bir soruşturmanın fitilini ateşler.
Hatırlayın: Cerrahpaşa’da bir öğrenci hesabını devretti diye gözaltına alındı.
Benzer biçimde pek çok öğretim üyesi, sosyal medya paylaşımları nedeniyle soruşturma geçirdi.
Evet, Anayasa Mahkemesi bazı cezaları “ifade özgürlüğü” kapsamında bozdu; ama yine de YÖK ve savcılık kapısında bekleyen onlarca hocamız var.
Peki neden?
Çünkü sosyal medya ideolojiyi bir tıkla yayıyor.
Devlet üniversitelerinde disiplin soruşturması kaçınılmaz, vakıf üniversitelerinde ise kurumsal politikalar nefes aldırmıyor.
Öğrenciler tarafsız bilgi isterken, hocalar kendi bayraklarını asınca eğitimin zemini çatlıyor.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 7. maddesi açık:
“Devlet memurları, siyasi partilere üye olamaz; hiçbir şekilde politik ve ideolojik amaç güdemez.”
Bu yalnızca bir kural değil; kamu görevlisi olmanın temelidir.
Üniversite hocaları da bu maddeye tabidir.
Kamu görevlisi olarak siyasi simge, logo, parti çağrısı ya da lider görseli paylaşmak, sadece etik değil, hukuki sonuç da doğurabilir.
YÖK Etik Kurulu da öğretim üyelerinden “bilimsel nesnelliğe zarar verecek davranışlardan kaçınmalarını” ister.
Çünkü bir hocanın siyasi simgesi, öğrencinin gözünde artık yalnızca bir fikir değil, bir yönlendirme olarak okunur.
Üniversitenin tarafsızlık zeminini işte o anda kaybederiz.
Ama burada önemli bir çizgi var:
Düşünce açıklamak akademik özgürlüktür.
Partizan sembol paylaşmak ise propaganda sınırına girer.
Birincisi bilimi güçlendirir; ikincisi bilimi gölgeler.
Sosyal medya aynı zamanda etik bir sınavdır.
Siber zorbalık, gizlilik ihlali, öğrenci görsellerinin izinsiz paylaşımı…
Bütün bunlar, sadece bireysel değil, kurumsal itibarı da zedeler.
Bu yüzden üniversiteler, tıpkı laboratuvar güvenliği gibi, dijital etik rehberleri de hazırlamalıdır.
“Hoca–öğrenci iletişiminde sosyal medya rehberi” yayımlamak artık lüks değil, zorunluluktur.
Benim önerim şu:
Akademisyenler profillerini nötr tutsun.
Bilimsel üretim, toplumsal düşünce, eleştirel analiz paylaşılsın; semboller değil.
Üniversiteler bu konuda hizmet içi eğitimler versin.
Öğrenciler de sadece “şikâyet” değil, “tartışma kültürü” talep etsin.
Gazeteciler olarak biz de izleyelim — ama yargılamadan.
Çünkü mesele, fikirlerin değil, kutuplaşmanın sınavıdır.
Ve bilgi özgürlüğü korunursa, toplum kazanır.
Yoksa herkes kaybeder.
“Tarafsızlık, susmak değil; aklın sesine sadık kalmaktır.”
Yorumlar
Kalan Karakter: