Ölümle yüzleşmek gerek özgürleşmek ve hayatın anlamını anlayabilmek için yegâne şart budur diye düşünüyorum...
Son iki yılda yaşadıklarımıza baktığımızda Pandeminin kendine mahsus doğası, çıplak gözle görünmez ve her tarafa yayılmış Covid-19 gerçekliğinin yanında korkudan titrememizin altında derin bir anksiyete yatıyor; faniliğimizin, ölüme doğru çekilişimizin anksiyetesi aylarca yaşadık ve sonuç olarak insanların küçük odalara (imkanı olmayanlar) mahkum olmaları sevdiklerine sarılamamaları, sosyal hayattan uzak kalmaları korku endişe anksiyete beraberinde içsel yolculuğun bilincinde olmamak kısacası tekamülden (felsefi dini..)anlamada uzak olmamız kronik hastalıkların bir anda hortlamasına ve kalp krizlerinin artarak devam etmesine sebep oldu.
Ve belki de bu, özgürlüğümüzün koşulu olarak, yakasına yapışmamız gereken; Ölümün kaçınılmaz ve zorunlu günbegün yaklaşığı bilincinde olmamızdır ki bu da tekamüle geçmemizle bizleri daha özgürleştirerek hayatımızı anlamlı kılacaktır. Bu tür rahatsızlıklar sadece tedavi edilmesi, ilaçla uyuşturulması gereken bir rahatsızlık olmamalı aksine, tanınmalı, ve bir özgürleşme aracı olarak şekillendirilip kabullenişe geçerek özbilinç, bilinç altı farkındalığıyla kişisel iyileşmeyi tercih etmeli. Bunun basit olduğunu söylemiyorum. Ancak anksiyetenin yarattığı temel ruh halini hayatı felç edici durumdan çıkarıp yaşanabilir hayata dönüştürmeyi deneyebiliriz.
Burada ölümü hiçbir şekilde reddetme durumumuz söz konusu değil. Realist olarak baktığımızda sonlu olama durumu sadece bizim için geçerli değil.
Önemseyip önemsemediğimiz uzak yakın eş dost arkadaşlarımız akrabalarımız kısacası tüm fani tadacaktır
İyi yaşanmış felsefi ruhsal bilinci ve farkındalığı yüksek bir hayat, ölümün yaklaşmasını içtenlikle karşılayan hayattır. Nitekim varoluş mutlak sonlu ve ölümlü varoluştur.
Bunu kabul edip akışta kalmakla hem hayatı daha anlamı kılmak hem de gerçek bir hayatı yaşamamızı olanaklı kılacaktır.
Belki hayat mottomuz “Yaşam bir gündür. O da bu gündür” olmalıdır. Böyle olunca hem anda kalarak ne geçmiş için üzülmemiş hem de gelecek için kaygılanmamış oluruz ve hayatı ıskalamadan, istek ve duygularımızı bastırmadan daha anlamlı bir hayat yaşarız ki Freud’a göre bastırılan hiçbir şey orada durmaz mutlak geri döner.
Ancak burada söz konusu olan, yaşarken ölmek denen o psikolojik ölüm, yani anlamsız bir hayat, yaşanmamış bir hayat değil, tam tersine ölümlü bir bedende “ölümsüz bir can” inşaa etmek gerekir ve bunun için yüksek bilince neden ve nasıl varmalıyız sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz
Belki bir elmasın yolculuğu gibi yol alarak elmas gibi değerli ve dayanıklı olmak yada bir bir hiç olarak sadece yaşamış olmak..
Devamı bir sonraki yazıda
Müjgan EMİNOĞLU