Gelişme, modernleşme ve ilerleme ile iç içe geçmiş olan kalkınma kavramı, II. Dünya Savaşından sonra başlayan yeniden yapılanma süreciyle kullanımı yaygınlaşmıştır.
Ancak küreselleşme ile birlikte etkisi azalmaya başlayan ulus devlet, kapitalizm tarafından ekonomik kalkınma için uygun bir aktör olmaktan çıkarılmıştır. Geleneksel kalkınma politikalarının başarısızlığı da, kalkınmada rolün devletten sivil toplum alanında faaliyet gösteren kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşlarına (STK) geçmesine ve onların kalkınmanın bir aktörü olarak işlev görmesine yol açmıştır.
Öyle ki kalkınma sürecine giren ülkelerde STK’ların niceliksel ve niteliksel olarak toplumsal yaşamda önemleri artmış ve ülkelerin kalkınması için önemli kurumlar haline gelmiştir.
Özellikle 1789 Fransız İhtilali ile birlikte gelişen modern ulus devletlerinde sivil toplum, bireysel ihtiyaçları karşılamayı ve bireysel hakları korumayı prensip edinen ulusal devletin siyasal ve legal çerçevesinde gelişen uzmanlaşmış kurallar, kurumlar, kuruluşlar ile grupların pratiklerinin ve davranışlarının karmaşık bir ağını oluşturmuştur.
Demokrasinin sürdürülebilmesi için gerekli olan sivil toplum örgütlerinin, 21. Yüzyıla doğru gittikçe daha işlevsel olarak toplumsal yapıda yerlerini aldıkları görülmektedir. Çoğulculuk, şeffaflık, katılım temelinde işlevsel olan demokrasi ve sivil toplum örgütleri, bireylerin kendilerini ifade etme alanıdır. Kentlileşme ve uygarlaşma temelinde gelişen sivil toplum, kentli kültürü ve farklılıkların birliğini içerir. Bu anlamada Türkiye deki, sivil toplum örgütleri, Batı toplumlarındaki yapılanmadan farklıdır.
Türkiye gibi 3. Dünya ülkeleri olarak nitelendirilen ülkelerde, demokrasi ve sivil toplum örgütlerinin gelişmesini engelleyen, patronaj ve nepotizmi olgusudur. Bu tür toplumlardaki mevcut sivil toplum örgütleri, modern demokratik toplumlardaki gibi işlev görmemektedir
Gelişen sivil toplum örgütleri de, “biz” ve “öteki” ayrımı temelinde, farklılıkların birliğini değil farklılıkların bir birini yok saymasını beslemektedir.
Toplumu oluşturan bireylerin, kendi yönetimlerinde söz sahibi olmaları yöntemini içeren demokrasi, modern zamanlarda sivil toplum örgütleri ile işlevsel hale gelmektedir. Kentlileşme ve modernleşme sürecinde birey, sivil toplum örgütlerinde aldığı rol ve sorumluluk ile demokrasinin de gelişmesini sağlamaktadır. Açık toplumlarda, sivil toplum örgütleriyle birlikte demokrasi, problemsiz sürmektedir.
Ancak, Ardahan gibi ataerkil ve gelenek göreneklerine bağlı olan toplumlarda patronaj[1] ve nepotizmin[2] toplumsal yapımızdaki yerini koruması ile kentlileşememe, demokratikleşmenin gerçekleşmesini engellemekte; dolayısıyla sivil toplum örgütleri yeterince gelişememektedir.
Sivil toplumun gelişmesi için bir ön koşul Modüler İnsan’dır. Modüler insan kavramı, belli bir eğitim düzeyinde olup, böylelikle değişik kurum ve örgütlere girip çıkabilen kişiyi tanımlamaktadır. Bu kişi, değişik toplumsal ortamların yapı taşlarından biri olmaya yetecek donanıma sahip olmalıdır.
Türkiye genelinde olduğu gibi, Ardahan’larında %60’ı kentlerde yaşamakta, ancak kentlileşemeyen bir toplum yapısıyla, demokrasi kültürünü tam anlamıyla benimsemeyen bir algı yaratmaktadır. Yani, “devlet baba” zihniyeti ile her şeyi devletten bekleme kültürü, demokrasinin ve sivil toplumun gelişmesini engellemektedir.
Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının politika belirleme sürecindeki rolü TÜSİAD (Türk Sanayici ve İşadamları Derneği) örneğine baktığımızda derneğin faaliyetlerinin bilgilendirme, araştırma yapma, rapor sunma, konferans düzenleme, kulis yapma-ikna etme, dikkat çekme yönlendirme ve süreli yayınlar aracılığıyla bilgi akışı sağlama gibi etkinlikler üzerine yoğunlaştığı görülmüştür.
Peki İstanbul’daki Kars Ardahan ve Iğdır 1 Milyonun üzerinde nüfusa sahip ve İstanbul’un 2. sırasında yer alan ve gereğinden fazla olan Vakıflar, Federasyonlar, Dernekler ne yapmaktadırlar ki İstanbul'da 39 İlçe bir Büyük Şehir belediye başkanlarının açıklandığı listelerde bir tane Ardahanlıya yer verilmemiştir?
mujgande@gmail.com
[1] Devletin sosyal sorumluluklarını yerine getiremediği yerlerde özel sektör devreye girerek bir rant elde eder. İşte bu noktada patronaj olgusundan bahsedilir. Kısaca devletin açıklarından yararlanmaktır. Devletin sağlaması gereken eğitimi tam olarak yerine getirememesinden özel okullar, dershaneler ortaya çıkar. Bunlar kar amacıyla faaliyetlerini sürdürürler ve devletin açığını kullanırlar, büyük karlar elde ederler.
[2] Nepotizm, özellikle iş yaşamında akrabalara yönelik yapılan kayırmaları ifade eden bir terimdir.
Yorumlar
Kalan Karakter: