Yıl 1049… Diyarbakır ve çevresinde hüküm süren Kürt Mervânî Emirliği, Şiî Büveyhîler adına hutbe okutmaya son vererek Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’le kader birliğine girdi.
Bir cuma günü Meyafârkin’de (Silvan) Tuğrul Bey adına okunan hutbe, 963 yıldır devam eden kardeşliğin çözülmez harcı oldu. Sultan Alparslan, 1071’de Anadolu’nun kapılarını Türklere açarken 50 bin kişilik ordusunda 10 bin Kürt vardı.
Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim, 1514’te Safevi Hükümdarı Şah İsmail’i mağlup ederken Kürt beyleri yanında saf tutmuştu. I. Dünya Savaşı’nın en zor günlerinde, Türklerle Kürtler yine yan yana şehit düştü. Doğu Cephesi’nde Rus ordularına, Çanakkale’de yedi düvele karşı birlikte destan yazdılar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından, özellikle 1924’ten sonra benimsenen ‘ulus devlet’ anlayışı sıkıntıları beraberinde getirdi. Türkiye, son 30 yılı yoğunluklu olmak üzere yaklaşık bir asırdır Kürt meselesiyle iç içe yaşıyor. Son 10 yılda yaşadığı demokratik dönüşümle Arap Baharı’na ilham kaynağı olan Türkiye, kendi içinde de birlik sağlamanın yollarını arıyor.
Kürtleri yok sayan inkâr ve asimilasyon politikası AK Parti iktidarı döneminde ciddi oranda mevzi kaybetti. Kürtlerin varlığı resmen kabul edilirken sosyal ve kültürel alanda önemli adımlar atıldı. Kürtçe yayının önündeki engeller kaldırılarak 24 saat yayın yapan TRT Şeş kuruldu. Mardin Artuklu Üniversitesi’nde, Batman Üniversitesi’nde, Şırnak Üniversitesi’nde Kürtçe yüksek lisans, ardından da lisans programları açıldı
Anadilinde eğitim tartışması belli bir olgunluğa ulaştı. Hükümet kanadı, Kürtçenin okullarda seçmeli ders olması konusunda yeşil ışık yaktı. Devlet birimlerinin Kandil ve İmralı ile Oslo’da müzakere yürüttüğü anlaşıldı. Ancak bütün bunlar, 30 yıldır akan kanı durdurmadı. PKK, silahtan ve terörden vazgeçmedi. Demokratik açılım başlayana kadar Kürtlerin hakları için mücadele ettiğini söyleyen PKK, açılımdan sonra tam tersi yönde adımlar atmaya başladı.
Örgütle arasına mesafe koyamadığı için kendi özgür iradesiyle hareket edemeyen BDP’nin çözüm konusunda nasıl bir rol üstleneceği hâlâ belirsiz. Hükümetin ‘terörle mücadele, siyasetle müzakere’ söyleminin nasıl bir karşılık bulacağı şüpheli. “Muhatap Kandil ve İmralı’dır” diyerek çözüm konusunda sorumluluk üstlenmeyen BDP sözcüleri, diğer yandan kendilerinin bir fırsat olduğunu anlatarak ‘biz konuşulabilecek son kuşağız’ söylemini işlemeye başladı.
ABD’nin New Yorker dergisi, son sayısında Güneydoğu ile ilgili bazı görüşlere yer verdi. Daha önce Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk’ün dile getirdiği, son olarak Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in kullandığı “Benim kuşağım diyalog isteyen son kuşak” ifadeleri üzerinde duruldu. Bu görüşe göre yeni kuşak çok daha radikal ve daha milliyetçi.
‘Bizden sonrası tufan’ şeklinde özetlenebilecek tezin ne kadar gerçekçi olduğu tartışmaya açık. Taraf gazetesi yazarı Kurtuluş Tayiz, politik yanı ağır basan görüşün, gençleri şiddetin bir aracı olarak kullanmak isteyenlerin argümanı olduğunu belirtiyor. Tayiz’e göre, adına ‘fırtına kuşağı’ diyerek idealize ettikleri yeni kuşak Kürt çocukları, aslında ellerinin altında tutmaya çalıştıkları şiddet kozundan başka bir şey değil. Kendi taleplerini kabul ettirmek için genç nüfusu eğitip yönlendirmeyle ilgili bilinçli bir tercih.
Mardin Artuklu Üniversitesi’nde görev yapan sosyolog Sıtkı Karadeniz de, siyasi ikballerini gençlerin vereceği tepkilere bağlayanların yönlendirmelerine dikkat çekiyor. Gücünü gençleri sokağa dökmekte bulan bir iradenin, bu güçten feragat etmesinin beklenemeyeceğini vurguluyor. Milliyetçilik ve siyasal radikalleşmenin gençler arasında yaygınlaşmasının kendiliğinden gelişen bir süreç değil, siyasal irade tarafından pekiştirilen bir durum olduğunu iddia ediyor.
Kürt gençlerinin, Türkiye’nin yaşadığı dönüşümler ile dünyada meydana gelen değişimden bigâne kalamayacağını belirten Karadeniz, eğitimin ve teknolojinin yaygınlaştığı bir ortamda gençlerin, sadece tek kanaldan ideolojik beslenmeye devam etmeyeceklerini dile getiriyor. Gençlerin sosyal ve siyasal düşüncelerini daha özgür ve bireysel olarak ifade edebilecekleri bir toplumda, kitlesel manipülasyonların asgariye düşeceğini kaydediyor.
Şiddet, bilerek yutturuluyor
Dicle Üniversitesi’nde siyasal bilimler dersi veren Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, ‘Bizden sonra daha konuşulmaz, daha çok şiddete meyilli bir nesil gelecek’ önermesinin doğru olmadığını düşünüyor. “Asla böyle bir şey yok. Şiddet birileri tarafından yeni nesle bilerek bir zehir gibi yutturuluyor.” diyen Şeyhanlıoğlu, herkesi şiddet yanlısı görmenin büyük bir hata olduğunu vurguluyor.
Köyünden göç ettikten sonra şehre entegre olup eğitim seviyesini yükselten, bunu avantaja çeviren çok sayıda insan bulunduğuna işaret eden Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, kentin nimetlerinden daha fazla istifade ettikleri için kimsenin köyüne geri dönmediğinin altını çiziyor. Dünya ile yoğun etkileşim içinde olan yeni kuşağın, 50 yıl önceki davranış kalıplarını aynen tekrarlamayacağını vurguluyor.
Kürt meselesinde çözüm için ‘ortak kültüre dönülmesi’ni öneren Şeyhanlıoğlu, ilginç bir noktaya dikkat çekiyor: “Türkiye Cumhuriyeti, Kürtlere yaptığı zulmü dindarlara da yaptı. En somut örneği Bediüzzaman Said-i Nursi’dir. Kürt’tü ama Müslümanlığından dolayı ceza gördü. Bugün onun eserlerine en çok sahip çıkan Türklerdir. Sorunun çözümü çok basit; kültürümüzde birleşelim.”
Şırnak Üniversitesi’nde psikoloji dersleri veren Yrd. Doç. Dr. Süleyman Karacelil ise, bölgenin ‘kapalı toplum’ özelliğine dikkat çekiyor. Özellikle Şırnak ve Hakkâri yörelerinde eğitim imkânları, kültürel faaliyetler ve sosyal çevrenin son derece yetersiz olduğunu belirten Karacelil, “Bölgedeki yeni kuşağın dünya ile yoğun etkileşim içinde olduğunu söylemek mümkün değil. Zira kitlenin büyük kısmı sınırlı basın yayın organları haricinde dış dünya ile irtibat kurmamaktadır.” diyor.
Tek kanallı beslenme sebebiyle genç kitlenin düşünce dünyasında olumsuzlukların hâkim olduğunu anlatan Karacelil, şiddete başvurma, taş atma ve yol kesme gibi hadiselere karışan gençlerde değer yargılarının değiştiğini ifade ediyor. Orta yaş üstündeki kitlenin ve dinî değer yargılarına sahip gençlerin daha temkinli hareket ettiğine işaret eden Karacelil, “Kuşatılmış, farklı fikir, düşünce ve inanışlarla yan yana gelmeyen veya terörü benimseyen söylemlerle yoğrulan gençlerin milliyetçilikten uzaklaşmasını beklemek söz konusu olamaz.” tespitinde bulunuyor.
1925 yılında idam edilen Kürt liderlerden Cibranlı Miralay Halit Bey’in torunu Kürt yazar Tahsin Sever de, toplumun en dinamik kesimini gençlerin oluşturduğuna işaret ediyor. Gençlerin, tepkilerini gösterirken kullandıkları araç ve yöntemlerin, ülkenin siyasal sistemiyle yakından ilgili olduğunu belirten Sever, demokratik siyasal sistemlerde tepkilerin demokratik ve barışçıl kanallarla yapıldığını, şiddetin egemen olduğu baskıcı ortamlarda ise tepkilerin şiddet içerdiğini kaydediyor.
Toplumdaki değişim ihtiyacı güçlü biçimde ortaya çıktıkça direnç odaklarının zayıflayacağını vurgulayan Sever, “Toplumun değişim ihtiyacı ile statüko arasındaki mücadele şüphesiz sancılı olmaktadır. Bu sancının bedelini çoğu zaman çocuklar ve gençler ödemektedirler. Buna rağmen değişimin ve dönüşümün motoru yeni nesildir. Yeni kuşağın eskinin tekrarından ibaret olması söz konusu değildir.” diyor.
Ortadoğu’da yaşanan Arap Baharı da, ‘genç nesil ve şiddet’ konusuna ışık tutacak ayrıntılar içeriyor. Baskı, şiddet ve toplu katliamların yaşandığı, dünya ile etkileşimi daha sınırlı olan Ortadoğu ülkelerinde bile, genç nüfusun daha ılımlı, barışçıl görüşlere yöneldiği görülüyor. Filistin direnişinin en önemli hareketlerinden El Fetih, silahla arasına mesafe koydu. Hamas benzer şekilde silahı gündeminden çıkarmaya başladı. Mısır’da, Libya’da yaşanan devrimlere gençler öncülük etti. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı Mesud Barzani, her fırsatta ‘silahlı mücadele döneminin kapandığını’ vurguluyor.
İstatistikler ne diyor?
‘Genç nesil ve şiddet’ konusunda fikir vermesi için biraz da rakamlara bakmakta yarar var. 1984’ten itibaren yaşanan çatışmalar sebebiyle Güneydoğu’daki birçok ilde zorunlu göç ve köylerin boşaltılması söz konusu oldu. İnsan Hakları Derneği’nin rakamlarına göre 3,5 milyon kişi evinden oldu. Diyarbakır’ın nüfusu 250 binlerden 1,5 milyona çıktı.
Bugün Diyarbakır’da ilköğretim ve liselerde 545 bin çocuk ve genç eğitim görüyor. 30 bin genç de açık liseye devam ediyor. Peki, yaklaşık 500 bin çocuk ve gencin yaşadığı Diyarbakır’da olaylara, gösterilere katılanların sayısı ne? Güvenlik güçlerinin yaptığı tespitlere göre, yasa dışı gösterilere katılan, taş-molotof atan, olaylarda boy gösteren gençlerin sayısı ortalama 2 bin 500.
Bütün Güneydoğu’ya bakılınca şunu söylemek mümkün; Kürt gençleri içinde korku duvarını aşan, terör ve şiddeti çözüm olarak gören bir kemik grup var. Bunların yaş aralığı 13 ila 30 arasında değişiyor. Ancak bütün gençler dikkate alındığında yüzde 1’in bile altında kalan bu kesimi bütünün kendisi olarak göstermek doğru değil. Azgın azınlığın sessiz çoğunluktan daha fazla gürültü çıkarması tabii. Aslında sayının azlığı veya çokluğundan ziyade her birey için kaygı taşımak önemli.
Şiddete bulaşan, öldüren, öldürülen, yaralanan, hapse giren her genç, ailesinin, şehrinin, toplumun ve bütün ülkenin yüreğinde yara açıyor. Olaylara karışan gençlerin hayatı kararıyor. İyi bir eğitimle mutlu bir yarına koşma ihtimalleri kalmıyor. Okuldan kopuyorlar, devlet memuru olma ihtimalleri ortadan kalkıyor. Sadece şiddetten nemalananlara malzeme oluyorlar. Sorumluluk taşıyan herkesin, demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri yükseltmek için gençlere sahip çıkması şart.
AK Parti Diyarbakır Gençlik Kolları Başkanı Yunus Koca, BDP’lilerin tarihî bir tercihle karşı karşıya olduklarını vurguluyor: “Ya halkın kendilerine verdiği yetkiyi doğru kullanarak barışın yolunu açacaklar ya da şiddeti savunan son nesil olarak tarihe karışacaklar. Zira alttan gelen yeni nesil, diyaloğu kuran ilk kuşak olacak.”
Yunus Koca AK Parti Diyarbakır Gençlik Kolları Başkanı: İlk diyaloğu, yeni nesil kuracak
Bugünkü konjonktüre baktığımızda gençlerin daha radikalleşeceği iddiasının çok oturaklı bir söylem olmadığını düşünüyorum. Bugün gençlerin en büyük silahı sosyal medya. Birbirini görmeyen, tanımayan gençler sosyal medya üzerinden bir anda dünya vatandaşı olabiliyor, ortak akılla özgürlüğe, demokrasiye ilgi noktasında ortak refleksler oluşturabiliyor. Gençler daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve insan odaklı bir gelecek istiyor. Ancak tek tipçi eğitim anlayışı gençlerimizi manevi değerlerinden uzaklaştırdı. Manevi dünyasında boşluk hisseden bazı gençlerin, dar ve kapalı bir kalıp içinde âdeta dünyadan koparılarak yönlendirilmesi söz konusu. Kendi köyünden, dar sokaklı mahallesinden veya mahrumiyet dolu ilçesinden çıkamayan gençler şiddeti bir çıkış olarak görebilir. Ama Türkiye geliştikçe, teknolojik, sosyal imkânlar arttıkça ölümün yerini yaşam alıyor. Bugün İsrail’deki gençlik idarecilerini çözüme itiyor, şiddeti değil, diyaloğu esas alıyor. Aslında yeni nesil, diyaloğu kuran ilk nesil olacak. Çünkü herkes gerçeği görmeye başladı.
Sıtkı Karadeniz Artuklu Üniversitesi, Sosyolog: İkinci kuşaklar daha ideolojik
Bir kere herkes çatışma hâlini farklı yaşar. Bizzat ona maruz kalanlar, her zaman ideolojik arka plana sahip olmayabileceğinden, böyle durumlarda siyasal radikalleşme, ilk kuşaktan ziyade ikinci kuşakta kendini gösterebilir. Genellikle ikinci kuşaklar, ilk kuşaklardan daha çok ideolojik beslenme yaşayabiliyor ve kendi konumlarını çatışmanın ‘öteki taraf’ında yer aldığını düşündükleri akranlarıyla karşılaştırabiliyorlar. Bundan sonrası, genel olarak toplumun ve siyasal hareketlerin tutumu ile ulusal/küresel gelişmelerin seyri tarafından belirlenir. Gençlerin, küresel gelişmelerden ve siyasi yönlendirmelerden etkilenmemeleri söz konusu değil. Mesela, siyasi ikballerini gençlerin vereceği tepkilere bağlayanların yönlendirmeleri önem arz ediyor. Gücünü gençleri sokağa dökmekte bulan bir iradenin, kuşkusuz bu güçten feragat etmesi beklenemez. Dolayısıyla milliyetçilik ve siyasal radikalleşmenin, gençler arasında yaygınlaştığını söylemek mümkündür; ancak bunun kendiliğinden gelişen bir süreç olmanın ötesinde, siyasal irade tarafından pekiştirilen bir şey olduğu görülmelidir.
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Dicle Üniversitesi, Siyasal Bilimci: BDP neden oy aldığı kitleyi rahatlatacak hizmetleri götürmüyor?Yaklaşık 30 yıldır düşük yoğunluklu sürekli bir çatışma ortamı mevcuttur. Bu durum insanların psikolojisi, eğitimi dâhil, bütün hayatı üzerinde etkili oluyor. Kırsal alandaki çatışma, her şeyden önce bir kültür kırılması oluşturuyor. Bu insanlar daha sonra şehre geliyor ve gittiği yerin kültürünü de kırmaya başlıyor. Diyarbakır ve İstanbul’da bunu görebiliyoruz. Diyarbakır Bağlar’daki bir çatışmanın aynı gün İstanbul’a Şirinevler’e yansıdığını görüyoruz. Köyleri boşalan insanlar batıya gittiler
Dünyanın en büyük Kürt nüfusu İstanbul’da yaşıyor. Birileri çatışma ortamını artırarak buradan geçinmek istiyor. Neden Diyarbakır Bağlar Belediyesi o daracık sokakları yıktırıp insanların rahat yaşayacağı yeni yerler inşa etmiyor? En çok oy aldığı yerler orası değil mi? Madem o kadar seviyorsun git o insanları eğit, ihya et, onlara çağdaş, modern imkânlar sun. 1980 yılına kadar Diyarbakır Suriçi’nden müteşekkildi ve kadim bir kültürü vardı. Şimdi Bağlar ilçesine baktığımızda kültürel çatışmayı çok açık bir şekilde görüyoruz. Şehirdeki belediye bunlara hizmet götürmüyor. Bağlar’da bir çocuğun oyun ortamı, eğitim ortamı yoktur. En çok olayın, çatışmanın yaşandığı yer de Bağlar’dır.
Tarihe baktığımızda Mekke Emiri Şerif Hüseyin örneği karşımızda duruyor. Osmanlı’ya karşı birtakım ayrıcalıklar istemiştir, geçmişten gelen bir tepkisi vardır malum. Bu çok basit bir düşüncedir. Kendi iktidarı için bütün milleti, memleketi tehlikeye atmaktan başka bir şey değildir. Şu an BDP’nin yaptığı da aynen budur. Kendi iktidarı için Kürtleri, Türkleri, Arapları ateşe atmaktan başka hiçbir şey yapmıyor.
Türkiye’de bir Kürt sorunu vardır. Bu, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, devletin merkezine yerleştirilen ittihatçı ideolojinin sorunudur. İttihatçılar Abdülhamid’i devirmedi mi? Abdülhamid’in Kürtler arasındaki lakabı ‘Bavê Kurdan - Kürtlerin Babası’dır. Eğer Abdülhamid’in kurduğu Hamidiye alayları olmasaydı bugün Kürt diye bir şey kalmazdı. Osmanlı’da ırkçılık ve dincilik olmamıştır. Bizim Ermenilerle sorunumuz, onların da bizimle bir sorunu yoktu. Ancak emperyalistler Taşnak aracılığıyla aramızda ontolojik kırılmaya neden oldu. Şu an Kürt sorunuyla da böyle bir şeye yol açmak istiyorlar.
Yrd. Doç. Dr. Süleyman Karacelil Psikolog, Şırnak Üniversitesi Öğretim Görevlisi: Terörden medet umanlar gençleri şiddete yönlendiriyor‘Çatışma ortamı her zaman çatışma doğurur’ söylemi sosyal bilimlerde genel bir kanaat olmayıp farklı tezler de ileri sürülmektedir. Çatışmanın olumsuzluklarının müşahede edilmesi ve bu durumdan kaçınma isteğinin ortaya çıkması da muhtemeldir. Her ne kadar çatışma ortamı bireyleri etkilese de zorunlu sonuç, bireylerin de çatışmacı olacağı değildir. Şu durumu iyi tespit etmemiz gerekir; gençlerin kendilerinin çözüm araması ile mi, yoksa bir hedefe yönlendirilmeleri durumu ile mi karşı karşıyayız? Buradaki durum, şiddeti savunan, farklı amaç ve niyetleri olan bazı kimselerin yönlendirmeleri ile büyüyen gençlerin varlığıdır.
Gençler, kendilerine sunulan tek çözümün silah ve şiddet olması nedeniyle bu yolda yürüyorlar. Uzun vadede değişimler, dönüşümler, dünyaya açılma, küreselleşme mutlak surette çocukları ve gençleri olumlu yönde etkileyecektir. Ancak asıl sorun şu ki; tüm dünyada var olan küreselleşme olgusu bu bölgede, özelikle Şırnak ve Hakkâri civarında ne ölçüde gerçekleşmektedir? Bu bölgenin kapalı toplum olma özelliği hâlâ oldukça üst düzeyde devam etmektedir. Bundan dolayı, olumlu yönde etkileşim, beklenen düzeyde gerçekleşmemektedir. Bölgede eğitim, kültür faaliyetlerinin artırılması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Tahsin Sever Kürt yazar, 1925 yılında idam edilen Kürt liderlerden Cibranlı Miralay Halit Bey’in torunu: Çatışmalı ortam bazıları için varlık sebebiMilliyetçilik, 1789 Fransız İhtilali’nden sonra, dünyanın ulus-devlet temelinde yeniden şekillenmesinin ideolojisi olmuştur. Başka bir anlatımla ulusal devletlerin inşasının ideolojidir. Ancak bütün milliyetçi hareketler şiddeti bir araç olarak kullanmadı. Örneğin Gandi Hareketi, milliyetçi ve barışçıl yöntemleri kullanan bir harekettir. Bunun gibi pek çok örnek verilebilir.
Yaklaşık olarak yüz yıldır Kürt oldukları için baskı altında tutulan, horlanan, ekonomik, siyasal ve sosyal eşitsizliğe maruz kalanların şiddete yönelmesi doğal bir sonuçtur. Sosyal ve siyasal değişimin gençleri nereye yönelttiği, sürecin nasıl işlediğine bağlıdır. 12 Eylül askerî darbesinin koşullarını yaşıyorsanız, hoşgörü ve diyalog anlamsız hâle gelecektir.
Siyasal süreç, evrensel demokratik kriterler çerçevesinde ilerliyorsa, gençlik bu sürecin dinamik gücü hâline gelecektir. Kürt sorununda temel problem, sorunun inşa sürecini görmezlikten gelme, sorunu değil sonuçlarının üzerinden pozisyon almaktır. Sonuçlar üzerinden politika üretmek, çatışmalı ortamı sizin varlık sebebiniz hâline getirir ki çözümün değil, sorunun bir parçası hâline gelirsiniz. ‘Bizden sonra daha konuşulmaz, daha çok şiddete meyilli bir nesil gelecek’ söylemi doğru bir genelleme değildir.
Sürmekte olan çatışmalı süreç, söylenenin aksine çözümü hedeflemedi. Taraflar, sürdürülebilir çatışmalı süreci tercih ettiler. Artık sürecin tıkandığı, başka bir anlatımla sürdürülebilir olmaktan çıktığı söylenebilir. Kaldı ki BDP kendi başına siyasal bir aktör değildir. Sorunun çözümüne dair, kendine dair bugüne değin hiçbir proje geliştirmemiş bir siyasi partinin, kendini bu şekilde ortaya koyması anlamlı değildir.