Ankara sokakları tarihî bir kalabalığa ev sahipliği yapıyordu o gün. 12 Eylül referandumuyla yargı yolu açılan 1980 darbesi, 32 yıl aradan sonra ilk kez hâkim karşısındaydı. Darbenin iki sanığı Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya yoktu mahkemede. Ancak davanın görüşüldüğü Ankara Adliyesi’nde dile gelmişti 12 Eylül.
Evlerinden, okullarından, iş yerlerinden, grev çadırlarından sürüklenerek cezaevlerine götürülenler, ‘Aranıyor’ afişleriyle peşine düşülenler vardı orada. Sorguda biten hayatlar, idama mahkûm olan canlar yoktu; ama 4 Nisan onlar için de bir dönüm noktasıydı. Ölenlerin yakınları onların hesabını sormak için bir aradaydı.
Aynı gün Ankara’nın bir başka sokağı da teslim olmuştu kalabalığa. Ancak burada ne mahkeme ne sanık ne de müdahillerden söz etmek mümkündü. 32 yıl önce ülkücü ve devrimcilerin 12 Eylül’de birlikte kaldıkları Mamak Askerî Cezaevi’nin bulunduğu semtten -Mamak’tan- yankılanıyordu sesler. Ankara Adliyesi’nde solcular bir dönemden hesap sorarken Mamak’taki ülkücüler görsel bir hesaplaşmayla meydan okuyordu 12 Eylül’e.
O gün solcular adliye önünde ararken hakkını, ülkücüler beyazperdede çıktılar karşımıza. İlk filmleri, ilk görsel hesaplaşmaları olması açısından önemliydi.
Siyah Türk Yapım Şirketi’nden Bilal Kalyoncu ve Arif İlke, belgesele imza atan iki isim. O dönemi yaşayan 80 ülkücüyü bir araya getirerek hazırlamışlar belgeseli. Birçoğu acı dolu günleri anlatmamaya yemin etse de suskunluklarını bu belgeselle bozmuş. MHP Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural, MHP milletvekilleri Özcan Yeniçeri, Atilla Kaya; ülkücü hareketin karakutusu olarak bilinen Mahir Damatlar, Muharrem Şemsek, Ahmet Çakar, Cemal Enginyurt gibi yeni ve eski birçok siyasi isim yer alıyor belgeselde. Ayrıca Ozan Arif, Yusuf Ziya Arpacık, Zihni Açba, Ercüment Gedikli, Hilmi Yılma Durak gibi ülkücü hareketin önemli isimleri nasıl ülkücü olduklarını, ailelerinin tepkilerini, cezaevlerinde gördükleri işkenceleri, çatışmaları, arkadaşlarını nasıl kaybettiklerini ilk kez gün yüzüne çıkan anılarla anlatıyor. İki saatlik bir sinema filmi olarak hazırlanan belgeselin bir saatini canlandırmalar, geri kalan kısmını ise röportajlar ve arşiv görüntüleri oluşturuyor.
Film, ülkücü hareketin beyazperdede kendi tarihini, kendi tanıklarıyla anlatması açısından bir ilk. Filmin yapımcıları şimdiye kadar diğer cenahtan izlediğimiz 12 Eylül için ‘sıra bizde’ diyor. Kitaplarda anlatılmayan, bugüne kadar dile getirilmeyen gerçeklerin bu film sayesinde ortaya çıkacağını iddia ediyorlar. Amaçları ise toplumda yanlış bilindiğini düşündükleri ülkücü imajını yıkmak. Bir diğer hedef ise 12 Eylül’le hesaplaşmak.
Kalyoncu, hukuk fakültesi mezunu; şimdiye kadar hiç avukatlık yapmamış. Televizyon için birçok reklam filmine imza atmış. İlk filmi ise Ülkücüler. Filmin davanın yargılandığı güne denk gelmesi ise tamamen tevafuk. Onlar bu tarihi (4 Nisan) ülkücü fikir hareketinin lideri Alparslan Türkeş’in ölüm yıldönümünden yola çıkarak seçmiş. Ancak sürece hiç hesapta olmayan bir şekilde darbecilerin yargılanması eklenince filmin asıl amaçlarından birine riayet edilmiş.
Belgeselde 1980 öncesinden 1991’e kadar ülkücülerin tarihi anlatılıyor. Bölgeleri, mezhepleri ve etnik kökenleri farklı çok sayıda ismin gözünden ülkücülük aktarılıyor. Kalyoncu, bu isimleri ikna etmekte zorlandıklarını belirtiyor: “Ülkücülerin birçok değer yargıları var. Devlet de bu değer yargılarından biri. 12 Eylül’le hesaplaşırken ‘Devletime zarar verir miyim?’ diye düşünmeden edemediler. Ama filmin etkisini anlayanlar, başta konuşmaktan kaçan isimler, ‘Biz de konuşmak istiyoruz’ diye geldi.”
Çekimler sırasında, bazı isimlerin o sancılı günlere döndüklerini ve geçmişlerini yeniden yaşadıklarını görmek mümkün. Kimi gördüğü işkenceleri gözyaşlarıyla anlatıyor kimi hiç beklenmedik bir anda tabutunu taşıdıkları arkadaşlarının ardından yazılan marşı okumaya başlıyor. Kalyoncu’ya göre film bununla sınırlı kalmayacak. Ülkücüler beyazperdeden sonra 13 bölümle televizyonda yayımlanacak. Ayrıca film yapımcılarının bundan sonraki projesi, merhum Muhsin Yazıcıoğlu gibi birçok siyasi ismin yer aldığı C-5 Koğuşu’yla ilgili. ‘İspatlanamayan İşkence’ ismini verecekleri film, 12 Eylül’le görsel hesaplaşmanın devam edeceğinin göstergesi.
Erdal Eren’in yerine dayak yedi
Belgeselde özellikle idam edilen ülkücülerle ilgili canlandırmalar oldukça etkili. Erdal Eren için dayak yiyen ülkücü mahkûm Mahmut Eren’le ilgili kısım ilk kez seyirciye yansıtılıyor. Asker öldürmek suçundan hüküm giyen Erdal Eren, cezaevinde en çok işkenceye maruz kalan isimlerden. Asker öldürdüğü için Mamak’taki askerler herkesten daha fazla işkence ediyor ona. Bir de Erdal Eren’le aynı hücreyi paylaşan ülkücü mahkûm Mahmut Eren var. Onun arkadaşlarıyla paylaştığı olay, filmde şu şekilde aktarılıyor: “Her gelen asker Erdal Eren’i dövmek için, Eren diye bağırıyor, çocuk hücrenin penceresinden ‘Emret komutanım!’ diyerek elini uzatıyor ve sayısız cop darbesi yiyor. Bu durum her nöbet değişiminde tekrarlanıyor, artık çocuk bitap düşmüş, hâlsizlikten ölecek. Bir diğer asker Eren diye seslenince dayanamadım, bu sefer ben ‘Emret komutanım!’ diyerek elimi uzattım, onun yerine birkaç kez dayak yedim.”
Belgeselin dikkat çeken bölümlerinden biri de öldürülen tekel ve gümrük bakanlarından Gün Sazak’la ilgili. Yakın çalışma arkadaşlarının anlattıklarına göre kanser olduğunu öğrenen Gün Sazak, Alpaslan Türkeş’in yanına gidiyor. “Çok üzgünüm, aslan gibi gençler çatışmalarda ölürken ben böyle bir hastalıktan öleceğim, bu bana çok koyuyor.” diyor. Bunun üzerine Türkeş, “Gün Bey, biz inançlı insanlarız. Allah’ın ne yazdığını bilemeyiz.” diyor ve Sazak’ı Amerika’ya tedaviye gitmesi için ikna ediyor. Eski bakan, ABD’deki tedavisinden döndükten sonra 27 Mayıs tarihinde eşi ile gittiği bir ziyaretten dönerken Devrimci Sol örgütü tarafından çapraz ateşe alınarak öldürülüyor. Ardından Alparslan Türkeş arkadaşlarına bu olayı “Gün Bey şehit olmayı istedi, Allah da onun dualarını kabul etti.” diyerek anlatıyor.
“Ülkücüler hep sustu, çünkü onlar için devlet kutsaldı”
Peki, ülkücüler şimdiye kadar neden yaşadıklarını topluma yansıtamadılar, yaşanan acıları sanata dönüştüremediler? Kalyoncu, bu anlamda geç kaldıklarını kabul ediyor ama bunun sebebini şu şekilde açıklıyor: “Ülkücüler sinema sektöründe ticari kaygılarla bulunmadılar. Solcular önce ticari kaygılarla bu işi yaptılar, bundan gelir elde ettiklerinde de ideolojilerine hizmet etmeye devam ettiler. Ancak ülkücüler hep sustu, çünkü devletlerini ve milletlerini çok sevdiler. İdama yürürken bile ‘Yaşasın beni asan devletim’ demekten gurur duydular. Yıllardır ağırlıklı olarak görsel ve yazılı alanları ellerinde bulunduran sol gözlü bir medya var. Mesela 17 yaşında idam edilen Erdal Eren. Bir insanın yaşam hakkının elinden alınması sağcı veya solcu olsun nereden bakarsanız bakın büyük bir acı. Ancak ülkücü Cevdet Karakaş da 17’sinde idam ediliyor. Onun yaşı da büyütülüyor. Ama kimse bilmiyor Cevdet’i. Medya artık taraf tutmayı bırakmalı, dünyaya sadece sol gözü ile bakmamalı, objektif olabilmeli.”