Medyada çıkan 2 yazı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın pek hoşuna gitmeyecek. Yazılardan biri Erdoğan'ın "Hasan Abi" diye hitap ettiği Milliyet yazarı Hasan Cemal'in imzasını taşıyor. Diğer yazı da muhafazakar medyanın amiral gemisi sayılan Zaman'da çıktı...
Önce Milliyet'teki yazıyı aktaralım. Hasan Cemal'in "hükümet Nevruz kutlamalarına izin verse ne olurdu" mealindeki yazısına Başbakan Erdoğan AK Parti grup toplantısında sert bir üslupla yanıt vermişti. Hasan Cemal bugün konuyu köşesine taşıdı ve aynı sertlikte karşıladı Başbakan'ın sözlerini.
ÜSLUBUNDAKİ İRTİFA KAYBI ERDOĞAN'A YAKIŞMIYOR
"Tayyip Erdoğan kürsüye çıkınca, önünde bir mikrofon bulunca, sesini yükseltmeden konuşamıyor, üslubunu da pek tutturamıyor. Özellikle üslubundaki irtifa kayıpları doğrusu bir başbakana yakışmıyor. Dün partisinin Meclis grubundaki konuşması da maalesef farklı değildi.
Üslup meselesini geçiyorum. Çünkü öyle bir seviyeye inerek kendimi bugüne kadar savunmadım, bundan sonra da savunacak değilim. Ama bu demek değildir ki, bazı haksız iddialar yanıtsız kalacak.
KALEMİMLE MÜCADELE EDERKEN ERDOĞAN SAHNEDE YOKTU
(...) bugüne kadar savaş için değil barış için mücadele ettim kalemimle. Ve barış için yazılarımı, kitaplarımı yazmaya başladığımda Tayyip Erdoğan daha henüz siyaset sahnesinde yoktu. Hep aynı sesi verdim:
Yazıktır, günahtır şehitlere, hayatını kaybedenlere... Devletin bu politikaları çıkmaz sokaktır, sorunu çözmez derinleştirir; devletin bu politikalarıyla ne kan durur, ne de anaların gözyaşı...
Yıllar böyle geçti. Sahnedeki başbakanlar değişti ama kan ve gözyaşı durmadı. Bugün de farklı değil. Analar ağlamaya devam ediyor.
ERDOĞAN'A HAKSIZLIK ETMEK İSTEMEM
Ama haksızlık etmek istemem. 2011 genel seçimlerine kadar Başbakan Erdoğan'ın Kürt sorunu konusunda artıları eksilerine ağır basıyordu. Bu nedenle de benim Erdoğan'a eleştirim değil desteğim ön plana çıktı. Ama sonra Erdoğan milliyetçiliğe fena halde gaz vermeye, MHP lideri Bahçeli gibi elinde yağlı urgan nutuk atmaya başladı meydanlarda.
Kendi özel temsilcisini Kandil'in karşısına oturtabilecek kadar yürekli davranabilen bir Başbakan, KCK operasyonları ile siyasetin alanını daraltmaya ve 1990'lara benzer biçimde sorunu yine tek boyuta, 'terörle mücadele'ye indirgeyen güvenlikçi bir anlayışa yöneldi.
Ben de kendisini eleştirmeye başladım.
DEMOKRASİLERDE HESAP SORULUR
(...) Afganistan'da şehit olan askerlerimizin hesabı da, Uludere'de Türk savaş uçaklarının saldırısıyla hayatını kaybeden Kürt köylülerinin hesabı da öncelikle 'sivil otorite'den ve onun başından sorulur.
Yani Başbakan Erdoğan'dan.
Demokrasiler böyle işler.
Demokrasilerde, 'butik devlet'miş değilmiş gibi sıradan tariflerle sorumluluktan kaçılamaz.
Demokrasilerin ete kemiğe bürünmesi ancak hesap sorma-hesap verme mekanizmasıyla mümkündür.
İŞ BÖLÜMÜ BASİT SİZ YÖNETİN BİZ ELEŞTİRELİM
'Gazeteci milleti'nin demokrasilerdeki en önemli işlevi de, bu mekanizmanın düzgün çalışabilmesiyle ilgilidir.
Demokrasilerdeki iş bölümü basittir.
Siz yönetirsiniz.
Biz de eleştiririz.
Bu kadar!
Son söze gelince:
İktidarlardan hesap sorulamayan rejimlerin adı demokrasi değildir, olamaz.
Milliyet yazarı Hasan Cemal'in yazısı gibi Zaman yazarı Ali Bulaç'ın kaleminden çıkan Afganistan yazısı da Başbakan Erdoğan'ın pek hoşuna gitmeyecek. Çünkü CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun yönelttiği "Afganistan'da ne işimiz var?" sorusuna arka çıkıyor... Türk askerinin Afganistan'da işgalci konumunda olduğunu öne sürüyor.
Müslüman bir ülke olarak Afganlıların kurtuluş savaşında bize destek verdiğini hatırlatan Ali Bulaç, "Afganlara borcumuzu böyle mi ödeyecektik?" diyor. Başbakan Erdoğan'ın Afgan cihadının önemli isimlerinden Hikmetyar ile olan temasını da hatırlatan Ali Bulaç, şunları yazmış;
BU FOTOĞRAFI HATIRLATTI
"1980'lerde cihadın önemli isimlerinden Hizb-i İslami'nin lideri Gülbeddin Hikmetyar, yardım talep etmek üzere Erbakan Hoca ile temas kurduğunda bugün Başbakan konumunda olan R. Tayyip Erdoğan'la da görüşmüş, ondan yardım talep etmişti. Erdoğan, seve seve yardım sözü vermişti. Türkiye Müslümanlarının Afganistan cihadına verdikleri maddî, beşerî ve manevî desteği Afganlılar hiçbir zaman unutmuyorlar. Hikmetyar dün Sovyet işgaline karşıydı, bugün de Amerikan işgaline karşı. Afganistan'da işgal devam ediyor, işgalciler değişti sadece.
Yeni konumumuzda Afganlılar acaba bizi nasıl algılıyor? Kamu diplomasisinin halkla ilişkiler propagandasına bakmakla yetinirseniz, "Türk askerinin Afganistan'daki varlığı"ndan hem işgalciler hem toprakları işgal edilenler memnun. Böyle bir şey olabilir mi? Zıt iki duygunun telifi eşyanın tabiatına aykırı.
BORCUMUZU BÖYLE Mİ ÖDEYECEKTİK?
Afganlılar, Abdülhamit'ten kalma Hilafet ve İttihad-ı İslam'ın aziz hatırasına dayanarak Türklere olan derin saygılarını korumaya çalışıyorlar. Hind yarımkıtası Müslümanları -Hindular, Pakiler, Afganlılar- tenekeler dolusu altın gönderip Anadolu'da İngilizlere, Fransızlara, İtalyanlara karşı verilen savaşın finansmanına katıldılar. Bugün aynı ülkeler NATO adı altında Afganistan'ı işgal etmiş bulunuyorlar ve biz onların safındayız. Afganlılara borcumuzu böyle mi ödeyecektik?
İKİ AÇIKLAMA BİRBİRİNDEN BERBAT!
Genelkurmay'ın açıklamasına göre "TSK mensupları, Afganistan Ulusal Güvenlik Güçleri'ni eğitmek ve Afganistan halkına güvenlik, istikrar ve gelişme konusunda yardım etmek maksadıyla bulunmaktadır." Başbakan'a göre "savaşmıyoruz, lojistik destek sağlıyoruz". Biri diğerinden berbat iki gerekçe. Afganistan'ın acil sorunu işgalin sona ermesi, merkezî bir hükümetin kurulmasıdır.
KARZAİ KADAR BİLE TEPKİ VERMİYORUZ
Türkiye, Afganistan'da yaşanan sivil katliamlara kulaklarını tıkamış bulunuyor. Masum siviller katledilir, Kur'an müshafları yakılırken Karzai kadar bile olsa tepki vermiyor. Mavi Marmara'dan sonra Arap âleminde karikatürlere alay konusu olduk, Hind yarımkıtasında yakın tarihten getirdiğimiz kredimizi de tüketmek üzereyiz.
12 askerimizin içinde bulunduğu "helikopter kazası" ise hayli kuşkulu. Daha somut ve detaylı bilgilere ihtiyaç hissettirecek ilginç "bir kaza" gibi görünüyor. Evet, bu konuyu tartışmanın zamanı gelmiştir: "Afganistan'da ne işimiz var?"