Erdoğan da ‘kardeşim’ dediği Davutoğlu’nun elini kaldırarak ‘başbakanlığını’ resmen ilan etti. Adaylığı demek lazım aslında. Genel başkanlar ‘atama’ değil, ‘seçimle’ göreve başlar.
Nihai kararı delege verecek çünkü. Çarşamba günkü olağanüstü kongrede. Davutoğlu ‘tek aday’. Rakipsiz. Yarış olmayacak. Kongre formalite, karar onaylanacak sadece. Erdoğan’ı uğurlama daha öne çıkacak.
Türk siyasetinin yaşadığı ilk örnek değil bu. Turgut Özal ve Süleyman Demirel partilerini bırakarak Çankaya’ya çıktı. Özal da Demirel de sadece genel başkan değil, Erdoğan gibi liderdi. Her ikisi de arkasına bakmadan gitmedi, partilerini şekillendirmek istedi. Yerine bırakacakları ismi işaret etti. Kongreleri çok adaylı oldu.
Yıldırım Akbulut’un karşısına Hasan Celal Güzel, İsmet Abi’ye (Sezgin) karşı Tansu Çiller ve Köksal Toptan çıktı. Demirel, Özal’a göre daha esnek davrandı. Çiller’i engelleyebilirdi. Ağırlığını koymadı. Olağanüstü kongrede hem ANAP hem DYP heyecanlı yarışa sahne oldu.
Mevcut şartlarda AK Parti’de ‘aday olmak’ cesaret ister. Adaylık başvurusunu divana ulaştırmak bile kolay değil. Oysa koltuğun cazibesi çok yüksek. Kazanan hem genel başkan hem de başbakan olacak. Normal şartlarda kim şansını denemek istemez. Bünyesinde AK Parti’nin iddialı isimleri barındırdığı muhakkak. Birçoğunun içinde o aslanın yattığı da inkar edilemez.
Çoklu yarış her ne kadar ana gövdeden kopanlar tarafından kurulmuş olsa da AK Parti’nin geleneğine yabancı. Bir de buna Erdoğan’ın disiplinli parti yönetimi eklendiğinde asla ‘aykırı ses’ beklenmemeli. Parti içinde mevcut halden hoşnut olmayanlar yok mu? Var elbette. Ancak hoşnutsuzluğu yakın gelecekte söze ve eyleme dökmeleri mümkün değil. Beki ileride...
Düne kadar Abdullah Gül en güçlü senaryolardan biriydi. Rusya’dan, Putin-Medvedev örneği veriliyordu. Dışarıdan değil bizzat parti içinden seslendiriliyordu. Gül’ün partiye dönmek istediği sır değil. Önce dolaylı sonra doğrudan mesaj verdi. Ancak mesajı karşılık bulmadı. Gül gücünü Çankaya’dan alan bir siyasetçi değil.
AK Parti hikâyesinin en güçlü aktörlerinden... Kişiliği makul, üslubu mutedil diye bilinir. Yeri geldiğinde cesur ve köşeli tavır almaktan çekinmedi. 15 yıl önce Millî Görüş hareketinin doğal lideri merhum Necmettin Erbakan’ın karşısına çıkmak her babayiğidin harcı değildi. Her türlü riske ve rencide edici ağır ithamlara rağmen aday oldu. 2 yıl sonra kurulacak olan AK Parti’nin yolunu o ilk adım açtı.
2007’deki cumhurbaşkanlığı adaylığı da aynı şekilde... O günler çabuk unutuldu. Rüzgâr karşıdan esiyordu. Ankara’nın havası puslu, AK Parti’nin üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Kapatma davasının açılacağından söz ediliyordu. 367 kararını, 27 Nisan bildirisini göğüsledi. 28 Nisan karşı bildiride aslan payı Gül’ündür.
Parti yönetiminden gelen ‘esneme’ tavsiyelerini elinin tersiyle itti. Uzaktan değil çok yakından gelen çekilmesi yönündeki telkinlere kulaklarını tıkadı. Erdoğan’a da Çankaya’nın kapılarını açan isim oldu. Bugün Gül siyasete göz kırpmasına rağmen ‘oyun dışı’ kaldı. Partiye dönme isteğine lisan-ı halle ‘hayır’ cevabı verildi. Genç isimlerin hırpalamasına da göz yumuldu. ‘Saygısızlık gördüm’ cümlesinin altı boş değil.
Gül için hiç mi ihtimal yok? Bütün yollar tutuldu. Şartlar değişmediği sürece kendisine yeni yol açabilmesi pek mümkün değil. İleride belki... Yakın tarih siyasette vefaya yer olmadığının çarpıcı örnekleriyle dolu. AK Parti’nin, ‘vefa’ karnesi en zayıf partilerden biri olarak tarihe geçeceği kesin. Birlikte yola çıktığı kimleri terk etmedi ki. Saymakla bitmez.
Neden Gül değil Davutoğlu? Bundan sonra bu soruya cevap arayacağız. Gerçek şu ki ‘tek aday’ olarak gireceği kongreden Ahmet Davutoğlu ‘başbakan’ olarak çıkacak. Siyasetin ve toplumun fay hatlarında çok enerji birikti. Hem Davutoğlu’nu hem Türkiye’yi zor günlerin beklediğini bilmem söylemeye gerek var mı?