PEYGAMBER EFENDİMİZİN (s.a.v.) HİLYE-İ ŞERİFİ
Aziz Mü'minler!
Resmedilmemiş bir peygamberin, vahyin rehberliğinde gelişen kişiliğini, yaşam tarzını ve davranışlarını anlama ve anlatma zorluğu, İslam kültür ve sanatında çok farklı türlerin gelişmesine imkân tanımış, tezahürleri farklı da olsa tüm Müslümanlar ortak bir duyguyu, Peygamber sevgisini bu vesilelerle hep canlı tutmaya gayret etmişlerdir. "Hz Peygamber'in beşeri yönü, yaşama üslubu ve şahsi hayatının anlatımı" Şemail adıyla yaygınlık kazanırken, "fiziksel özellikleri ve karakterini anlatan eserler Hilye olarak adlandırılmıştır.
Sözlükte "süs, ziynet, cevher, görünüş ve güzel sıfatlar" anlamına gelen ve "hilye-i şerîf, hilye-i saâdet ve hilye-i nebevî" gibi isimlerle de anılan hilye, terim olarak, Hz. Peygamber'in fiziksel özellikleri ve güzelliğini sade bir dille detaylı biçimde anlatan eserlere verilen genel addır.
Hilyelerin esasını, Hz. Ali, Hz. Ayşe, Hz. Hasan, Abdullah bin Ömer, Enes bin Mâlik ve Ebû Hüreyre gibi sahabenin rivayet ettikleri hadisler oluşturur. Hat sanatının eşsiz örnekleri ve birbirinden güzel tezhiplerle süslenen hilyeler Hz. Peygambere duyulan muhabbet ve hürmetin sembolü olmuş, kimi zaman ceplerde taşınmış, kimi zaman da duvarları süslemiştir.
Hattatlar hilye yazmaktan onur duymuşlar, müzehhipler hilye tezhiplemeyi şeref kabul etmişler, adeta sanatlarının sınırlarını zorlamışlardır. Allah Resulünü anlatmak üzere Miraciye, Muhammediye ve Mevlit gibi pek çok özgün edebî türün doğuşuna vesile olan Osmanlı sanatkârları, hilyeler için de özgün bir form olarak levhaları ortaya koymuşlardır.
Bugün hilye denilince akla gelen levha formu, ilk olarak Hattat Hafız Osman tarafından tasarlanmış ve onun bu hilye formu klasikleşerek her dönemde vazgeçilmez olmuştur.
Muhterem Müslümanlar!
Hutbemizin bundan sonraki bölümünü, asırlar boyunca, şemail eserleriyle birlikte Hz. Peygamber'in aziz hatırasını yaşatma ve O'nun örnek kişiliğini sonraki nesillere aktarma konusunda önemli bir işlevi yüklenegelen hilye-i şerife'ye bırakıyorum:
"Peygamber Efendimiz, ne aşırı derecede uzun, ne de iç içe girmişçesine kısa idi; O, bulunduğu topluluğun orta boylusu idi. Saçları, ne kıvırcık ne de dümdüzdü; hafifçe dalgalı idi. Tombul yüzlü ve yumru yanaklı değildi; yüzünde hafif bir değirmilik vardı. Mübarek yüzlerinin rengi kırmızıya çalar şekilde beyaz; gözleri siyah; kirpikleri sık ve uzun; kemiklerinin eklem yerleri ile omuz başları iri yapılı idi. El ve ayak parmakları kalınca idi.
Mübarek vücudu daima temiz idi ve rayihası ferahlık verirdi. Koku sürünsün veya sürünmesin, teni ve teri, en güzel kokulardan daha ayrı bir letâfette idi. Bir kimse O'nunla musâfaha etse, bütün gün O'nun latîf kokusunun hazzını duyardı. Mübarek elleriyle bir çocuğun başını okşasalar, o çocuk, güzel kokusuyla diğer çocuklardan ayırt edilirdi. Sîmâsı, geceleyin ayın on dördü gibi parlardı.
Yürürken, meyilli ve engebeli bir yerde yürürcesine ayaklarını sertçe kaldırırlar ve adımlarını genişçe atarlardı. Bir kimseye baktıkları zaman, yalnızca başlarını çevirerek değil, bütün vücutları ile o tarafa yönelirlerdi. Sırtında kürek kemikleri arasında "Nübüvvet Mührü" vardı. Bu, O'nun, peygamberler zincirinin son halkası oluşunun nişanesi idi. Kendilerini ansızın görenler, O'nun heybeti karşısında sarsıntı geçirirler; fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, O'nu her şeyden çok severlerdi. O'nun üstünlüklerini ve güzelliklerini tanıtmaya çalışan kimse: 'Ben, gerek O'ndan önce, gerek O'ndan sonra, O'nun gibisini görmedim' demek suretiyle, O'nu tanıtma hususundaki aczini ve yetersizliğini itiraf ederdi."
Allah'ın salât ve selâmı O'nun üzerine olsun! Cenâb-ı Allah cümlemizi şefaatine erenlerden eylesin!
HAZIRLAYAN: Hakan ÖZMEN
UNVANI:Meryem Köyü C. İ.H/ Çıldır/ARDAHAN
İL MÜFTÜLÜĞÜ HUTBE KOMİSYONU TARAFINDAN DEĞERLENDİRİLMİŞTİR…