Fotograf kelimesi, Yunanca ışık anlamına gelen "photos" ve yazı anlamına gelen "graphes" kelimelerinden oluşmaktadır. Yani ışıkla yazmak anlamına gelmektedir.
Gelin bizde, aklımızın ışığıyla bir yazı yazalım ve Ardahan'ın bu günkü halinin bir karesine bakarak, bu karenin bize anlattıkları üzerinde biraz kafa yoralım...
İl olalı 20 yıl olmuş; 1992-2012. Merkezi idare atadığı mülki idare amirlerinden, kaymakamlara 2 yıl görev veriyor ilçelerimizde. 10. valimiz de gitti; ortalama 2 yıl ediyor.
4 yıl da bir vekil seçimi, 5 yılda bir yerel idarecilerimizi seçiyoruz; ortalama her siyasetçi 2 merkezi idarenin atadığı mülki idare amiriyle çalışıyor.
Herkeste bir memnuniyetsizlik, her alanda yakınma.
Bu satırları yazan da seçilmiş biri; 40 aydır İl Genel Meclisi Üyesi. 13 yıldır "geriye göç"le doğduğu yere dönmüş ve 14 yaşından beri ülke ve dünya hakkında meraklanan 50 yaşında, merakı da kaygısı da artmış biri. Biraz da sinirleri bozulmuş biri.
Niye "sinirleri bozulmuş" diyorum? Sizin sinirleriniz hala sağlamsa bu soruya verilecek cevabın sizin için bir önemi yok! Şayet sizinde sinirleriniz bozuluyorsa, cevaba ihtiyacınız yok!
Küçük bir il olmanın avantajları ve kolaylıkları çok olmakla birlikte, herhangi bir sorun daha yakıcı hissedilmektedir. Hele hele durmuş-oturmuş bir il olamamışsanız, işler, kişilere bağlı yürüyorsa ve kurumsallaşmasını tamamlamamış ise, bu 'kişiye bağlılık' daha çok hissettiriyor kendini. Kurallar-ilkeler iki dudak arasında, kişiler arasındaki hukuka-samimiyete bağlı yürümekte ve bu ilişkiler iyi ise sonuç kişilerin istediği gibi, değilse kavgalı-gürültülü süreçler yaşanıyor. Ve sonuçlardan etkilenen toplum oluyor. Sonucu yaratanlar ise egolarının derdinde gibi görünüyor. Toplum da bunlara hiçbir şey yapamıyor, ola ki 'yakınmak' dışında...
Göçün getirdiği güçsüzlüğün yetişmiş insan profilinde oluşturduğu olumsuzluk, bu güçsüzlüğün en önemli kısmıdır. Ekonomik yön daha sonraya kalıyor bence.
Toplum, kendini temsil edenleri, elindekine bakarak seçiyor ve ne yazık ki parti örgütlenmeleri, siyaset kurumu bizim ilimizde, daha çok uyanıkların mevzilendiği alanlar olmuş. Siyaset kurumlarının bu geleneksel zaafları; aday belirleme bu olumsuz yüklemle yüklenmiş olarak sahneye çıkıyor ve oy kullanmadaki ilkesizlikler-ilkelliklerle; hısım-akraba, eş-dost, yaparız-ederiz vaatleriyle şekillenen bir siyaset sahnesi toplumu temsil edecekleri vitrine diziyor.
Denilebilir ki; "her yer böyle değil mi?" Doğrusu ben bilmiyorum, çünkü seçimli siyasetle ilk bu ilde yaşarken tanıştım ve içine girdim. Eğer her yer böyle ise vay ülkemin ve insanlığın haline! Ümitsizim o zaman...
Bizde, kurumsallaşamama-kurumsallık alışkanlığı olmayan bir yönetim yapısının başarısızlığını besleyen yerel nedenler, biraz da bu siyaset kurumunun kurumsallaşamama, toplumsallaşamamasından olsa gerek.
Gözlemlediğimiz olumsuzlukların birinin adı da seçilmiş-atanmış çelişkisi!
Atanmışlar ilimize gelince, genel olarak idealist genç memur-bürokratlar-idareceler-mülki idare amirleri; hevesle başladıkları görevlerinin ortalama bir yılında ili-ilçeyi-insanını-görevini ve görev alanını anlama-tanıma ve nasıl daha başarılı olacağını kurmakla geçiriyor.
Ve bu arada, başta biz seçilmişleri, toplumun kanaat önderlerini, sivil toplum temsilcilerini, toplumun, gözü-kulağı-ağzı olması gereken yerel basın mensuplarını ve faaliyetlerini, bu yollarla da toplumu tanıyorlar.
Bir de bakıyoruz ki ikinci ve son yıllarını, "zaman nasıl geçecek, ne zaman tayinim çıkacak, ne zaman kurtulacağım" havasında ve ideallerini yitirmiş, hevesleri kaçmış, kısır çekişmelerden bıkmış, kişisel menfaatlerle üzerine gelenlerden nefret yüklenmiş, gününü doldurmakla, rutine uymakla geçiriyorlar.
En idealisti bu olan atanmışların, bir de keyfi tutumlara sapanları oluyor tabi. Bu ise işin tuzu biberi oluyor tabir yerinde ise!
Bu keyfiliği besleyen seçilmişlerin tutumlarındaki olumsuzluklar ve yerel bürokratların kurduğu ahbap-çavuş ilişkilerinin, yabancı bürokratlardaki yansımaları, basının misyonunu unutmuş hali oluyor. Toplum ise hala bir yerlerden medet umuyor...
VELHASIL BİZE BAKIP POZİSYON ALIYORLAR; bizde bazen kızıp "zülfünün teli" demek varken, "saçının kılı" diyoruz ve bunu derken de öyle bir tonla söylüyoruz ki, saça da kıla da bunu taşıyan başa da incitici davranabiliyoruz.
Kendimi de dahil ettiğim bu olumsuz tabloda, son bir söz söylerken, muhataplarının anlayacağı birkaç cümleyi kurmadan bitirmeyeceğim.
Son valimizin veda gecesinde bende birkaç söz söyledim. Yanımda oturan benim gibi bir seçilmiş Ardahanlı da birkaç söz söyledi, eleştirmeye yeltenen bir kaç cümle kurdu ve sonunda, bizim gibi iyi dileklerini ve 'bardağın dolu' tarafını dillendirenlere kullandığı tabirle, sonunda 'yağcılık' etti.
Neydi bu ve neden bir gazeteciye, "herkes yağcılık yaptı" demek ihtiyacı duydu bu Ardahanlı?!
40 aydır tanışıyor olduğumuz bu arkadaşın, tek bir satırını görmedi Ardahan, eleştiri adına. Niye 'son dakika golü' gibi bir tutum sergilenmeye çalışıldı, yarım yamalak?
Gelene mesaj, kalanlara gösteriş adına gidene çıkışmak hoş olmamıştır!
Adab-ı muaşeret, orada bulunmanın gereği, bir insanın çabalarının sizde bıraktığı olumlu etki varsa onun gereğini yapmaktır. Yok, var idi ise memnuniyetsizliğiniz, derler ya "memnuniyetsizliğinizi bize, memnuniyetinizi dostlarınıza anlatın", işte böyle bir tutumla, daha görevi başında iken 'bardağın boş tarafını' Ardahanlının gözlerinin önüne serecektiniz ve toplum sizden feyiz alacaktı. Son valimiz Sayın Mustafa Tekmen Beyefendinin başarısının eksik kaldığı tek alan var ise Özel İdare'nin kurumsallaşması sürecidir ve Özel İdare işleridir. Bu idarenin karar organı da İl Genel Meclisidir ve bu arkadaşımızda Nejdet Kanbir gibi bu meclisin üyesidir.
Bu alanda da tamamen başarısız demek doğru değildir. Yapılanları hakka niyetle teslim etmek gerekir. Ancak diğer işler açısından çabasının olağanüstülüğünü bizzat bilen, yaşayan biri olarak vicdan ve akıl gözüyle söylüyorum ki, inkar etmek hakkaniyetli bir tutum olmaz.
Nejdet Kanbir'in bu husustaki eleştirileri, bir çoğu kırıcı da olduğunu sonradan kendisinin de üzülerek fark ettiği eleştirileri Ardahanlılarca bilinmektedir.
Kırıcı eleştirilerimizin bedelini de ödüyoruz tabi, 3 ay ceza bir aldık, 1 yıl ceza bir aldık, iki davamız ise sürüyor 3'er yıllık. Madalya saymak ta var ama 'suç'la övünmek hoş değil.
Bizi, İlimiz-İlçemiz için yapılan yanlışlardan dolayı üzenleri dava ettiğimiz de olmuştur. Ama, "bunların kazınılması lazım" yaklaşımından dolayı, soruşturmasına izin verilmeyen bürokrat ve idarecileri, biz de affettik, ders çıkarmaları adına. Milli Eğitim İl Müdürü, Bayındırlık İl Müdürü, eski İlçe Kaymakamımız hakkındaki adli müracaatlarımızı öyle sonlandırdık; bizim toplumumuza yaptıkları yanlışları, başka yerlerde tekrar etmemeleri dileğimizi kendilerine söyleyerek, çünkü sormuşlardı "vahiy mi geldi" diye...
Eleştiri, her insana lazımdır. Kendini düzeltmenin yaşı da makamı da yoktur. Biz de bir gün belki kırıcı olmadan, insanları çevreleriyle, aileleriyle birlikte düşünerek eleştirmeyi öğreniriz ümidiyle, gidenlerin arkasından şöyle diyelim; Sayın Valim Mustaf Tekmen Bey, sizi zaten ayrıldı değil mekan değiştirdi sayıyoruz, Sayın Kaymakamım Cevat Çelik Bey, siz gönlümüzün beklediği Kaymakamdınız, öyle oldunuz, öyle ayrıldınız, Sayın Valim Sedat Bey, sizin vekalet imzanızın sizin olmadığını anlamlandıramayacak kadar kızmıştım bayındırlık müdürüne sizi kırdım ama aklıma en yakın düşünceleri sizden duydum son dönemlerdeki diyalogda, iyi ki Meclis Başkanı bizi buluşturdu, yoksa sizi hep 'olumsuz' hatırlayacaktım, sayın Hanak Kaymakamımız Adem Çelik Bey, hem beni tanıyordunuz, ben tanımadan, bana kırgın; ama elimi havada koymadan merhabamı alıp, tanışma cümleme "tanımadığınız insanlara yazı yazıyorsunuz ama" diyecek kadar yumuşak kişiliğinizi görünce, acaba "o olayın arkasında başka ne vardı" dedirttiniz ya, bu da bir kazanç benim için, kendimi sorgulamak adına...
Gidenlerden sizleri yakın tanıdım, yolunuz açık olsun. Gittiğiniz yerlerde ideallerinizi yitirmeyin lütfen ülkem ve insanlık için...
Nejdet Kanbir Ardahan İl Genel Meclisi Üyesi