Ben zannediyordum ki, caddelerinin çöp dağlarından geçilmediği, hava kirliliğinden sokaklarına çıkılmadığı, sularının akmadığı kentleri bir zamanlar 'mürteci' diye aşağıladıkları 'dindarların' imar ettiğini görüp bakışlarını biraz olsun değiştirmişlerdir.
Ben zannediyordum ki, Mehmet Akif'in 'Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu / İrticanın şu sizin lehçede manası bu mu' dizesiyle karşı çıktığı zihniyet artık kendisini yenilemiş, ezber yaftalardan kurtulmuştur.
Ben zannediyordum ki, Necip Fazıl'ın 'Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana / Yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana' dizesine hiçbir 'dindarın' artık ihtiyacı kalmamıştır.
Yanılmışım ki ne kadar!
'Modern muhteremler' maalesef yerinde sayıyorlar. Yerinde saymakla da kalmayıp kendileri gibi olmayanlara 'mürteci' demeye devam ediyorlar hâlâ.
Bunlardan biri Levent Kırca; geçen gün bahsetmiştim; öyle şeyler yazmış ki aklınız durur.
Sayın Başbakan okumaya karşıymış da ben de okumadım diyormuş da Nur suresini okuyanı banka müdürü yapıyormuş da yazarı hapsedip 'irticayı' serbest bırakıyormuş da irticaya karşı gelen 'orduyu' hapsediyormuş da bilime karşıymış da bizi çağdaş modern dünyadan uzaklaştırıyormuş da bilmem ne!
Başbakan'a kendisi gibi 'küfretmediği' için eski 'devrimci' arkadaşı Halil Ergün'ün yüzüne gördüğü yerde tükürecekmiş.
Tükürüğünün hepsini onda harcamayacakmış, geri kalanını Ali Poyrazoğlu'nun yüzünde değerlendirecekmiş.
Niye mi?
AK Parti döneminde seslendirme falan yapıyormuş diye.
Görüyorsunuz değil mi nasıl demokrat, ve nasıl da terbiyeli.
Yazık ki bu vaka münferit değil; bir zihniyetin dışavurumunun göstergesi.
Kılıçdaroğlu da geçen gün yaptığı konuşmada 'Bilime düşman olan iktidar geleceğimizi belirleyemez..' demiş..
IMF'den borç dilenen Türkiye'yi IMF'ye borç verecek hale bu iktidar neyle getirdi?
Kılıçdaroğlu şöyle sürdürmüş: 'Bu ülkenin Başbakanı çağdaş hiçbir ülkeye gidemez..'
Niye gidemez?
Çağdışı çünkü!
Peki Kılıçdaroğlu bilumum çağdaş haliyle en son nereye gitmiş; Esat'ın Suriye'sine mi?
Söz konusu konuşmasında Kılıçdaroğlu bakın nasıl coşmuş: 'Dünyanın yuvarlak olduğunu bir bilim insanı söyledi. Ama bugün dünyanın yuvarlak olduğunu herkes biliyor. Ama bunu ilk kez bunu söylediğinde Engizisyon Mahkemesi'nde yargılandı. Doğrular bazen acıdır. Doğruları söylemek zordur. Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Söyledim. Onuncu köyden de kovsalar onbirinci köye gideceğiz..'
Doğrusunu isterseniz Kılıçdaroğlu'nun bu yuvarlak dünya algısını da köy metaforunu da çok sevimli buldum.
Mümkünü olsa bu 'algının' yanaklarını mıncıklarım, o derece yani.
Biraz daha kaptırıp gitse, 'Erdoğan dünyanın düz olduğuna inanıyor, biz yuvarlak olduğuna inanıyoruz…' diyeceği muhakkak. (Niye demesin; bu iktidar bilime karşı demedi mi?)
Kılıçdaroğlu, 'Devrimci Kemal' tezahüratları arasında coştukça coşmuş: 'Korkaktan aydın olmaz, dedim. Aydın olan kişi elinde meşalesiyle karanlığa ışık tutan kişidir dedim. Ortak paydayı bize sunan, bize veren emanet olarak veren bir kişi var zaten, Mustafa Kemal Atatürk. O ortak paydamız. O ortak payda da gösterdiği bir hedefte var. Çağdaş uygarlık. Bunu yakalayacağız..'
Anlaşılan o ki, Bekir Coşkunlarla, Levent Kırcalarla, Tarık Akanlarla bu halkı aydınlatmayı kafaya koymuş.
Nasıl olacak bu iş bilemiyorum.
Kılıçdaroğlu'nun mahut konuşmasını yaptığı etkinliği düzenletenlerden Tarık Akan bu halkın seçtiği Başbakan Menderes'i idam edenlere 'devrimci', Bekir Coşkun da bizzat bu halka 'göbeğini kaşıyan adam' dememiş miydi?