Abdülhamit Düşerken
Yayınlanma :
09.03.2021 19:04
Güncelleme
: 09.03.2021 19:04
Filmin, üzerinden onca yıl geçmesine rağmen aklımdan çıkmamasının bir başka sebebi de, filmde konu edilen tarihi sürecin bugün yaşadığımız süreçle olan benzerliği.
Osmanlı Devletinin çöküş sürecinde özellikle 18. yüzyılın başlarından itibaren emperyalist bir devlete yada bir bloka yaslanarak toprak bütünlüğünü koruma fikri hâkim olmuştu. Abdülaziz, Abdülmecit, Abdülhamit ve Mehmet Reşat dönemlerinde değişen tek şey yaslanılan devlet ya da blok olmuştu. Fikir hiç değişmedi. Osmanlı-Rus savaşlarının yoğun olduğu, Rusya’nın Yeşilköy’e kadar geldiği 93 harbine kadar Saray’da bir İngiliz hayranlığı hâkimdi. Hatta dönemin aydınları bile Rusya’ya karşı İngiltere ile ittifak yapıp, o sayede Avrupa Devletler Konseyi’ne girip toprak bütünlüğünü korumak fikrini yazılarında şiirlerinde dile getiriyorlardı.
O dönemleri değerlendirirken aklıma hep Atatürk’ün şu meşhur sözü gelir. ” Hangi istiklal (bağımsızlık) vardır ki, ecnebilerin nasihatleri ile ecnebilerin planları ile yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir.
Osmanlı Sarayı ve çevresi bu düşüncedeyken bakalım İngilizler ne yapıyormuş. Rusların 80 bin kişilik ordu ile Silistre kalesini kuşattıklarında Askeri ittifak anlaşması imzaladığımız Fransız – İngiliz ordusu 40 gün süren kuşatma boyunca Gelibolu’dan Silistre’ye yardıma gitmemişti. Ama onların da beklemediği bir şey oldu ve Ruslar bu kuşatmada büyük kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldılar. Osmanlı bu zaferle masaya oturup Rusya’dan tazminat alabilecekken İngilizler Sivastopol’u kuşatmaya karar verdiler. Saray mecburen bu kuşatmaya destek verdi. Savaşın sonunda 17 bin İngiliz, 90 bin Fransız (tamamına yakını arap kökenli) ve 35 bin Osmanlı askeri öldü. Tüm bu savaşlar yapılırken Saray bir yandan da sürekli Avrupa’dan borç alıyordu. 1854-74 arasında 184 milyon Altın borç alındı.
İngilizler Osmanlı ile dost gözükürken bir yandan Osmanlı’yı borçlandırmaya zayıflatmaya çalışıyordu. Geniş toprakları ile Osmanlı imparatorluğu, sanayi Devrimini gerçekleştirmiş ve hammadde ihtiyacı doruğa çıkmış emperyalist Avrupa ülkeleri için masaya konmuş ve bölüşülecek bir hindi olarak ortada duruyordu. Kavga kimin bu hindiden ne kadar pay alacağı üzerineydi. Ruslar bunu savaşla yapmaya çalışıyordu, Avrupalılar derin siyasetle. Öyleki Abdülaziz’in tahtta olduğu dönemde Avrupa’dan borç bulamaması üzerine Rus yanlısı Mahmut Nedim Paşa’yı sadrazam yapıp Ruslardan borç almaya kalkması onun tahttan indirilip öldürülmesine bile sebep olacaktı. Tabi bu olayın iç dinamiklerin işi olmadığını tahmin ediyorsunuzdur.
Gelelim Abdülhamit’e.. Hani şu fesli tarihçinin ilahlaştırmaya çalıştığı, onun döneminde bir karış bile toprak kaybedilmediği yalanını yıllarca işlediği Abdülhamit. Tahta çıkmadan önce İngilizlere Meşrutiyet sözü vermişti. Ve tahta çıkar çıkmaz meşrutiyeti ilan etti. Ayrıca ülkeyi Rus çizgisinden çıkartıp yeniden İngiliz/Fransız çizgisine soktu. Halife unvanını kullanarak Hindistan’a bir heyet gönderip oradaki Müslümanların İngiltere’ye karşı ayaklanmasını da önleyerek İngilizlere olan bağlılığını ispatlayan Abdülhamit’te kendinden önceki padişahlar gibi borçlanmaya devam ediyordu. Aldığı 200 bin altın ödenemeyince faiziyle birlikte 750 bin altın olmuş borçlar karşılığında Fransızlar Midilli adasını işgal etmişti. Bir yandan toprak kayıpları sürerken bir yandan ödenemeyen borçlar sonucu ‘Düyunu Umumiye’ denen tarihi utanç ile karşı karşıya kalınıyordu.
İngiliz ve Fransızlardan umduğunu bulamayan Abdülhamit,Kaizer 2.Wilhelm’in tahta çıkışıyla bu kez Almanya’ya yaslandı. Hatta üniformasında Alman haçıyla poz verip, Almanlardan aldığı borç altınla Almanya adına cihat ilan etti.300 milyon Müslümanın koruyucusu dediği Hacı Wilhelm’i alıp İslam coğrafyasını gezdi. O Almanların Osmanlıyı korumak üzere yanında yer aldığını düşünürken Kaizer’de kendine sömürebileceği kukla Arap devletçikleri kurdurmanın peşindeydi. Sonrasında Alman altınları ile edilen Alman cihadına karşılık İngilizlerde aynı silahla karşılık verip, padişahın hilafeti bir Hristiyan’ın eline verdiği savıyla kendi İngiliz-Arap cihadını ilan etti. Abdülhamit döneminde fiilen 213 bin km2 toprak (Kıbrıs, Tuna, Manastır, Yanya, Kutur, Kosova, Bosna-Hersek, Bulgaristan) kaybedilmiş olsada yönetim bakımından Osmanlının kontrolünden çıkan toprak (Tunus, Mısır, Yemen, Kuveyt vb) çok daha fazlaydı.
Abdülhamit dönemindeki Alman hayranlığı Mehmet Reşat döneminde de devam etti.Çanakkale savaşı sırasında ordu komutanının Alman General Liman VonSanders olduğunu eminim çoğunuz duymuşsunuzdur. Peki, şu isimleri duydunuz mu hiç?FriedrichBonsart, HansVonSeeck. Bunlarda Osmanlı’nın genelkurmay başkanları. Öyle ki Ermeni tehciri ve Sarıkamış dramı ‘da Bonsart’ın genelkurmay başkanlığı döneminde yaşanıyor. Polonya’da Ruslarla savaşan Almanlar, Ruslara yeni bir cephe açmak ve kendi ordularına yardım etmek adına erzakı ve teçhizatı yeterli olmayan Osmanlı ordusunu Sarıkamış üzerinden Rusya’ya karşı savaşmak üzere gönderiyor. Ve 90 bin asker bir hiç uğruna şehit oluyor.
Derler ki; İngiliz siyaseti İngiliz ticaretinin küçük bir kısmını oluşturur. Bu aslında tüm emperyalist ülkeler için böyledir. Tüm siyasi hamleler aslında dünya kaynaklarına hâkim olma kavgasıdır. O yüzden hiç bir devlet bir başkasının yararına iş yapmaz. Bunu düşünmek, buna göre siyasi pozisyon üretmek tarihin en büyük yanılgısıdır. Her ülke öncelikle her anlamda kendi bağımsızlığını hedeflemek, buna göre pozisyon almak zorundadır.
Bu kadar tarih dersi yeter diyorsunuz biliyorum. Zaten aslında maksadım tarh dersi vermek de değil. Maksadım tarihin tekerrür eden bir süreçten ibaret olduğunu sizlere anlatabilmek.
Abdülhamit, Mehmet Reşat, Menderes ya da Erdoğan. Tarih bu liderleri gelecekte bu hatalarıyla yargılayacaktır. Almanlardan borç alıp Almanlar için cihat ilan etmek, Amerikan çıkarları için “zeytinyağlı yiyemem aman basmada fistan giyemem aman” diye türkü yaptırmak, ya da büyük Ortadoğu projesine eş Başkan olmak aynı hataların kronolojik olarak tekerrür etmesinden başka bir şey değildir. Abdülhamit’in bir İngilizlere bir Almanlara yanaşarak iktidarını koruma çabası ile mevcut iktidarın önce ABD/AB blokuna, şimdi de Rusya/Çin blokuna tutunma çabaları özünde aynıdır. Abdülhamit’te düşerken sürekli borçlanıyor ve kurtuluşu yabancıların nasihatlerinde arıyordu. Mevcut iktidarda sürekli borçlanıyor ve sürekli emperyalist ülkeler arasında savrulup duruyor. Ülkenin kurtuluşu “bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal’in yoludur.
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: