Bir mevzuu çözelim derken başka birisi kördüğüm oluveriyor. Kuşatıcı bir nazar ve planlı bir eylem haritanız yoksa umutsuzluğa kapılmanız an meselesi. Türkiye'nin en acil konusu hiç şüphesiz “Kürt Sorunu”. Çözümsüz sürecin her saniyesi hem kanayan yarayı derinleştiriyor, hem meseleyi global bir bilmeceye dönüştürüyor. Suriye meselesi de öyle. Süreç uzadıkça bıkkınlık, yılgınlık nüksediyor ve alelacele yapılacak bir hamle ile her şeyin altüst olma riskini artırıyor.
Uzlaşmak mı, savaşmak mı, Meclis'ten koparmak mı, demokrasi içinde zorlamak mı, silah çeken eli kırmak mı, silaha giden yolları tıkamak mı? Böyle yüzlerce soru var ki hiçbirinin basit ve tek bir cevabı bulunmuyor. Belki de eşzamanlı, eşgüdümlü bir stratejiye ihtiyaç duyuluyor. Hem masa başında temel hak ve özgürlükler çerçevesinde müzakere yapılacak hem de küresel terörizmin taşeronluğunu yapanın beli kırılıp beyni dağıtılacak. Hangi yol tercih edilirse edilsin, unutulmaması gereken bir husus var: Asla hukuk çerçevesinden çıkılmayacak ve demokratik haklardan taviz verilmeden terörle mücadele devam edecek.
Türkiye'nin aklını başından almak isteyen güçler, tahrikler vesilesiyle onun öfkesini kontrol etmek ve tepkisini yönlendirmek istiyor. Okul yakanlar, molotof atanlar, insan öldürenler, terörün her kılığına girip korku salanlar, insanların sabrını tüketmek için azami bir gayret gösteriyor. Çünkü biliyorlar ki sabrı tükenenin kahrı devreye girer. Kahrından küsenler, kahrından isyan edenler, kahrından yanlış iş yapanlar. Oysa bu ülkenin sabırla yürüteceği akıllı politikalara, kuşaklar boyunca sürecek yol haritalarına ihtiyacı var. Günlük düşünüp anlık tepki verenlerin, bırakın yüzyıl sonrasını, birkaç gün sonrasını bile hesaba katması mümkün değil.
Düşünce disiplinimizde simülasyon (modelleme/benzetim) eksikliği var. Bugün çok küçük gibi görünen bir olay yirmi yıl sonra nasıl bir hal alır diye sormak ya da bugün çok şaşaalı görünen bir hadise, yarına ne taşıyabilir diye düşünmek gerekiyor sürekli. Denize atılan bir taşın halka halka nasıl yayıldığını, nice zaman sonra sahillere nasıl vurduğunu çoğu kez unutuveriyoruz. “Küçücük bir taş” dediğimiz vak'anın simülasyon yoluyla hesaplanması gerekiyor. Heyhat! Güncel hadiselerin labirentlerinde laf yarıştırmaktan yorgun düşen fikir sahipleri, istikbale dair planlama yapamıyor; yapamaz da...
Ortadoğu kaynıyor, taşlar çoktan yerinden oynadı bile. Günlük sevinç ve hüzünlerin akşam saatine erişmesi çok zor görünüyor. Meselelere daha yakından bakmanın, tarihin derinliklerinden gelen kodlarla istikbalin tabii yönelişleri arasında simülasyon yapmanın tam zamanı. Türkiye'nin bütün meselelerini, popüler şatafattan arındırarak, ufuk turuna taşımak gerekiyor. Mesela BDP'lileri Meclis dışına itmenin artısını-eksisini birkaç yıla sıkıştırmak yanlış olur. Çoklu bir perspektiften, çok sesli bir düşünce platformundan durumu değerlendirmek şart.
Sadece siyaset değil her alanda simülasyon ihtiyacımız var. Milli Eğitim'den Şehircilik Bakanlığı'nın icraatlarına kadar pek çok mesele mercek altına yatırılmalı. Mesela kentsel dönüşüm bugünün en popüler konusu; lâkin üzerinde çok iyi düşünülmesi, bugünkü deprem korkusunun altında ezilmeden bir medeniyet felsefesi içinde şehircilik mantığının yeniden kurgulanması gerekiyor. Okullarda önlük meselesini, sadece aktüel tepkilere hapsetmek yanlış sonuçlar doğurabilir. Mesela dershanesiz bir Türkiye'de aileleri, çocukları ve okulları nasıl bir karmaşanın beklediğini iyi hesap etmek şart. YÖK yasasını daha özgür bir üniversite ve daha ufuk açıcı bir bilim dünyası özlemiyle yapmak için yarınları planlamak boynumuzun borcu değil mi?
Türkiye büyük bir değişim yaşıyor. Baş döndürücü bir hızla yeni adımlar atarken iradeli bir sabırla hareket etmek, salim bir akılla süreci yönetmek gerekiyor. Bu ülkenin insan kaynakları, meseleleri doğru biçimde ele almaya yetecek kadar ışık saçıyor; yeter ki kendi gölgesiyle kavga eden şehsuvarlar gibi toplum, iç dinamizmini yanlış yerlerde harcamasın. Sabırla yol alınamadığında kahırla karşı karşıya kalınır ki, Allah korusun, bu ülkenin yeni bir hayal kırıklığına dayanacak gücü kalmamıştır.
Uludere’de dönüm noktası
Uludere hadisesinin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Malum, Türk Hava Kuvvetleri'ne ait uçaktan 28 Aralık'ta bombalar atılmış, 35 kişi hayatını kaybetmişti. Terörist sanılarak ateş açılan kişilerin örgüt üyesi olmadığı, silahlarla sınırdan sızma girişiminde bulunan teröristler olmadığı anlaşılmıştı. Hayatını kaybeden kişiler, Irak'tan Türkiye'ye mazot ve sigara getiren “kaçakçılar”dı. Nereden bakılırsa bakılsın, Uludere'de büyük bir insanlık faciası yaşandı.
Görünen o ki “yıldönümü” vesilesiyle konu, önümüzdeki günlerde tekrar alevlenecek. Bu olayın üzerinden Kürt sorununun daha da derinleştirilmesi söz konusu. Keskin bir dille yazılanlar, konuşulanlar derde deva olmuyor maalesef; ancak gerçek şu ki, bazı şeylerin tastamam yapılmaması meseleyi daha karmaşık hale getiriyor.
Aslında “Uludere konusunda hiçbir şey yapılmadı.” demek ya da yapılmamış gibi davranmak doğru değil. Genelkurmay'ın idarî ve adlî inceleme kararı aldığı, Diyarbakır Özel Yetkili Savcılığı'nın soruşturma başlattığı biliniyor. Başbakan Erdoğan başta olmak üzere siyasî irade, bombalamanın “hata” olduğunu daha ilk günden kabullendi. Zaten o yüzden devlet, yakınlarını kaybeden vatandaşlara tazminat ödedi. Tazminatın para değerinden çok, hukukî anlamı üzerinde durmak lazım. Tazminat ödeyen devlet, hatayı kabullenmiş demektir. Hata olduğunu söylemek de özür dilemek de devletleri küçültmez, saygınlığını azaltmaz. Şu ana kadar yapılanları tamamen görmezden gelmek meseleyi iç siyasete alet etmek çabası gibi duruyor. Ancak Uludere konusunda atılan onca adıma rağmen eleştirileri sürdüren iki zümre var. İlki, hükümet ne yaparsa yapsın, Uludere'deki korkunç hatayı dilinden düşürmeyip bunu siyasî bir suistimal malzemesi haline getiriyor. Diğer bir kitle var ki oradan yükselen sese kulak vermekte fayda var. Uludere'deki hata ile ilgili başlatılan bütün inceleme ve soruşturma süreçlerinin bir an önce bitirilmesi gerekiyor. Bu hukukî süreç uzadıkça art niyetli yaklaşımlar ayrılığı-gayrılığı körükleyecek çok laflar üretiyor. Bir an önce olayın üzerindeki sis perdesinin kalkması gerekiyor ki spekülatif yorumların önüne geçilebilsin.
“Uludere'nin yıldönümü” yaklaşırken Meclis İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün'den “Gizlilik kararı bizi engelledi.” açıklamasının gelmesi, daha şimdiden şaşırtıcı sonuçlar doğuruyor. AK Partili Komisyon Başkanı, bu sözleri dürüstçe söylüyor; ancak konuyu başka bir yere savurmak isteyenlere de gün doğuyor. Önümüzdeki günlerde daha da hararetle tartışılacağı şimdiden belli olan Uludere hadisesi ile ilgili adımlar atılmasında fayda var. Art niyetli yorumların önünü kesmek için süreci hızlandırıp daha şeffaf bir iletişim yolu bulmakta fayda var. Üstelik mesele sadece “art niyetli yaklaşımlar” değil; kamu vicdanı da bu konunun hakkaniyet içinde tastamam sonuçlandırılmasını bekliyor. “Hak ve adalet yerini buldu” düşüncesi bu ülkenin kardeşliğini pekiştirecektir.