Bölgede 400 yıllık acı tatlı Osmanlı döneminin 1. Dünya Savaşı ile sona ermesinden sonra belki ilk kez Türkiye’ye bakış bu kadar olumlu hale gelmişti. Dizilerimiz Arap kanallarınca kapışılıyor; Arap turistler ülkemize akın ediyor; Arap yatırımları Türkiye’ye kayıyor; siyasi, kültürel, medya ilişkileri hızla ilerliyordu.
Bölge halkları üzerinde yapılan anketlerde Türkiye en popüler ülke çıkıyor; Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan gibi isimler Arap sokağında sempatiyle izleniyordu. Ekonomiden demokrasiye Türkiye’nin son dönemde gerçekleştirdiği başarı ülkemizin bir model gibi görülmesine neden olmuştu.
Ülkemizin ‘yumuşak güç’ özelliklerine duyulan ilgi, Batı’nın uzantısı olarak görülen Ankara’nın, yeri geldiğinde ABD’ye, İsrail’e hayır diyebilen yeni dış politikası, dünya siyasetinde daha görünür hale gelmesi de bu algıda etkiliydi. Aradaki önyargıların sarsılması tarihî bir fırsattı.
Mütevazı bir şekilde değerlendirilip geliştirilmesi gereken bu tablonun parlaklığı, bizi önce kendimizle ilgili abartılı bir değerlendirmeye; sonra da bölge hakkında üstünkörü bir bakış açısına itti.
Bölgeyi büyük inceliklerle 4 asır yöneten dedenin torunu olduğumuza kuşku yoktu ama o ustalığı kazanmak için daha çok eksiğimiz vardı. Diplomasimiz, siyasetimiz, üniversitemiz, medyamız aynı derecede acemiydi. Ne Osmanlı ne Cumhuriyet tecrübesini yeterince kale aldık. Bilen birkaç kişiyi de heyecanımıza soğuk geldiği için dinlemedik.
Yönetimler ve halkların bize hayran olduğu yanılgısıyla bir dediğimizin iki edilmeyeceğini, makul tekliflerimizin dinleneceğini varsaydık. Gücümüzü abarttığımız; yeni oluşumuzdan dolayı bize homojen görünen bölge içindeki/üzerindeki mücadeleleri göremediğimiz ve bize yönelen teveccühün asıl nedenini gözden kaçırdığımız oranda hatalar yapmaya başladık.
Yumuşak gücün ötesinde attığımız hemen her adımda sorun çıktı. Irak iç siyasi mücadelesine taraf olduk. Desteklediğimiz grup kaybedince ve ABD de ilginç şekilde İran’a yakın listeye Maliki’ye destek verince Bağdat’la iyi ilişkimiz askıya alındı.
Suriye olayında, sağlam ilişkilerimize güvenerek önce Esed’i ikna ederek krizi çözebileceğimizi düşündük. Olmayınca Esed’le köprüleri atıp, muhalefete destek verdik. Kendi gücümüzün bu iş için yetmediğini görünce, başta ABD olmak üzere müttefikleri harekete geçirmeye çalıştık ama bugüne dek gerekli desteği alamadık.
Olayın sıcaklığını bizim kadar hissetmeyen ve kendi öncelikleriyle uğraşan Batı’nın tutarsız yaklaşımını, Suriye muhalefetinden bir isim şöyle özetliyordu: “Batı, bize sabahleyin ‘muhalefet olarak aranızda birleşin’; öğlen, ‘aranıza sızan teröristlerle savaşın’, akşam ‘rejimle uzlaşmanın yolunu arayın’ diyor.”
Esed’in saldırıları karşısında kaç kez zor durumlara düştük. Şimdi önümüzde; büyük bir mülteci yükü, sınırın hemen ötesinde biri El Kaide, diğeri PKK çizgisindeki iki grubun etkinlik mücadelesi, krizin sınır illerimize yansıyan gerilimi ve çok sayıda belirsizlik var.
İran ve Hizbullah gibi geçmişte yakın durduğumuz, kendileri için risk aldığımız aktörler Suriye’de karşımıza dikildi. Kısa sürede düşmesini beklediğimiz Esed, 2 yıldır ayakta ve sahadaki gelişmeler lehine.
AK Parti iktidarının çok yakın ilişkilere sahip olduğu Müslüman Kardeşler’in Mısır’da devlet başkanlığını kazanması, Kahire-Ankara ilişkilerini geliştirmek için bir fırsattı. Ama maddi ve manevi her açıdan desteklediğimiz Mursi’nin iktidarı 1 yıl sürebildi.
Demokratik ve ahlaki duruş gereği, darbe mağduru Mursi’den yana tavır alınca ne müttefiklerimiz olan Batı’yı ne de bölgesel liderliğimizi benimsediklerini farz ettiğimiz Arap ülkeleri yanımızda yer aldı. Aksine Suriye politikasında işbirliği yaptığımız Körfez ülkeleri, darbe yönetimine destek için kesenin ağzını açtı.
Başbakan Erdoğan’ın Gazze’ye gitmek planı şimdi de Mısır krizine takıldı. İnsani yardım gemisi Mavi Marmara’ya yapılan kanlı saldırıya karşılık İsrail ile tazminat görüşmeleri ise sürüyor. Suriye’den sonra Arap dünyasına ulaşmak için kullandığımız Mısır yolu da tehlikede.
Sanki Ortadoğu ve dünyanın bize ders vermek için bir araya geldiği ibretlik bir tablo bu.
Acemi torun için bu kadar kısa sürede, bu kadar ders biraz ağır değil mi?