Duruşmada karar aşamasına yaklaşıldıkça sinirler geriliyor. Nitekim aralarında CHP'li vekillerin de bulunduğu gruplar Silivri yerleşkesi önüne gelip güvenlik güçleri ile karşı karşıya geliyorlar. Geniş güvenlik önlemleri alan jandarma, bariyerleri aşarak duruşma salonuna girmek isteyen gruplara müdahale etmek zorunda kalıyor.
Eğer bugün cezaevlerinde çok sayıda paşa varsa, bunun birinci derece sorumlusu aşağıda da ayrıntılı bir şekilde izah edeceğim gibi CHP'dir.
Ergenekon davası sürecinde sanık avukatları iki yönlü taktik izlediler. Bir yandan duruşmaları çeşitli gerekçelerle uzatıp mahkemenin karar aşamasına gelmesini engellerken, öbür yandan uzun tutukluluk hallerinden şikayetçi olma gibi bir çelişkiye düştüler. Dışarıdakilerin siyasi taktiğe dayalı hamlelerinin faturası da büyük ölçüde içeridekilere çıktı.
Bu arada çok önemli bir şeyi de unuttular...
Hakim ve savcıların da hisleri, duyguları, haysiyetleri, onurları ve itibarları olan birer insan olduğunu hatırlarından çıkardılar.
10-12 Temmuz 2008 tarihlerinde Hacettepe Üniversitesi'nde gerçekleştirilen Psikoloji Kongresi'ne bir bildiri ile katılmıştım. Aynı kongrede, 'Fiziksel Çekiciliğin Jüri Kararlarına Etkisi' başlıklı bildiri de sunulmuştu.
Olayın gelişim süreci ve suçun mahiyeti tamamen aynı olduğu halde, hakimlerin sanıkların tiplerine ve duruşmalar sırasındaki tutumlarına göre 2 kat fazla ceza verebildikleri, pozitif öğeler barındıran davranışların ise daha az ceza istemi ile neticelendiği dünyadan çarpıcı örneklerle aktarılmıştı.
Nitekim Balyoz Davası'nda açıkça görüldü ki, doğrudan hakimlerin kişiliklerini ve haysiyetlerini hedef alan, hakaret eden, açıkça tehdit edenlere en üst seviyeden cezalar verildi ve hiçbir indirime gidilmedi.
Tekrar ediyorum; Böyle bir sonucun ortaya çıkmasında birinci faktör, hakim ve savcıların da hisleri, haysiyetleri ve onurları olan birer insan olduğunun gözardı edilmesi oldu. Tabloyu sanıkların lehine değerlendirmeme esasına dayalı tutuksuz yargılamaların önündeki en büyük engellerden birinin de, hakimlerin hedef haline getirilen onurları, sanık ve sanık yakınlarının da hukukun sınırlarını zorlayan tutumları olduğunu düşünüyorum.
Maalesef, mütalaa aşamasına gelen Ergenekon davasında da aynı hataların tekrar edildiği görüyoruz. Siz hakim olsaydınız, mahkeme salonunun dışındaki güvenlik bariyerlerini yıkıp geçerek duruşma salonuna girmek isteyen, size hakaret edip tehditler savuran, duruşma salonundaki can güvenliğinizi bile riske sokan tutumlar karşısında nasıl bir karar verme durumunda olurdunuz?
Tutulan bu yolun yanlış olduğu geç de olsa görülmeli. Mesele hukuka direnmek değil, mağduru her kim olursa olsun ülke genelinde her türlü hukuksuzluğa karşı mücadele etmek olmalı.
Yasaların adil olmadığını ucu bize dokununca hatırlamak değil, ilk mağdur karşısında topluca feryat ederek gösterebilmeli.
Bu davalar nereden çıktı?
Eğer bugün 12 Eylül ve 28 Şubat'tan hesap sorulmaya başlanmışsa, bunun birinci derece sorumlusu CHP'dir.
Başta CHP olmak üzere kimi çevreler, devam etmekte olan Ergenekon ve Balyoz davalarını sulandırma adına, 'madem darbelerden hesap soracaksınız, öyleyse 12 Eylül'den ve 28 Şubat'tan da hesap sorun' şeklinde o kadar sık beyanda bulundular ki, işin birgün bu noktaya geleceğine hiç ihtimal vermediler.
Kasetleri ve konuşmaları Refah Partisi'nin kapatılmasına gerekçe teşkil eden Şevki Yılmaz bile attığı ateşli nutuklardan hiçbirinde, 'birgün bunların hesabı sorulur dememiş', Allah'a havale etmişti. 28 Şubat'ın mağduru muhafazakar çevreler, dönemin aktörleri ile birgün hesaplaşma hayalinde olmamışlardı. Takdire rıza göstermişler, 'vardır bunda da bir hayır' diyerek tevekkül içinde hareket etmişlerdi.
Yoksa AK Parti'nin bu yönde öncelikli bir gündemi yoktu. Kaldı ki, AK Parti'nin önde gelen hiçbir ismi partinin kuruluşundan bugüne, bir devr-i sabık açıp dünle hesaplaşma içine girecekleri yönünde bir beyanda bulunmadılar. Biz hizmetimize bakalım, millet olan biteni zaten takdir edecektir düşüncesi ile arkalarına değil hep önlerine baktılar.
CHP, 28 Şubat'ın ürünü olduğunu iddia ettiği AK Parti'nin, darbelerle hesaplaşmaya dayalı bu tür bir yargı sürecinin arkasında duramayacağını, çekineceğini sandı. CHP ve MHP niyetleri farklı da olsa, 'madem darbelerden hesap soracaksınız, öyleyse 12 Eylül'den ve 28 Şubat'tan da hesap sorun' iddiasını dillendirip durunca, bu atmosferde geniş bir toplum desteğini arkasına alan yargı çevreleri bu iklimi iyi değerlendirdiler.
12 Eylül 2010'da gerçekleşen referandumun ardından hukuk sistemi üzerindeki statüko vesayeti de belli ölçüde kalkınca, yargının cesareti arttı ve süreç başladı. Gelinen nokta aslında bundan ibarettir.
İlker Paşa'nın ve diğer generallerin tutuklu olmasının Başbakan Erdoğan'ı rahatsız ettiği kadar Kemal Kılıçdaroğlu'nu rahatsız ettiğini düşünmüyorum. Netice de Kılıçdaroğlu bu isimler üzerinden siyaset yapan bir aktör durumunda. Başbakan Erdoğan ise adeta istemdışı gelişen bu süreci en az hasarla yönetebilme arayışında. Bilmem yanılıyor muyum?