Zihnimiz, kalplerimiz sükûn bulmuyor; devlet şüphelerin merkezi olarak güven telkin etmiyor. Kötülükleri geride bırakıp yeni bir başlangıç yapamıyoruz. Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu raporu, bu dosyaları kapatmak üzere yeni araştırma komisyonları kurulması önerisi ile sona eriyor.
Gündemimizde bu dosyalar var: Bugün gazetelerde haber olan liste Madımak, Maraş, Hablemitoğlu, Mumcu diye uzayıp gidiyor.
Çok keskin, çok güçlü bir hesaplaşmaya girişmemiz ve bütün şüpheleri gidermemiz lâzım. Komisyon Başkanı Nimet Baş’ın verdiği örnek çarpıcı: Danıştay suikastı faili meçhul kalsaydı, “türban nedeniyle bir yargıç öldürüldü” diye tarihe geçecekti.
Demek ki, Madımak, Maraş aydınlansa bugün Alevî sorununu bambaşka bir şekilde tartışacak ve belki de kolayca çözeceğiz.
Mesele sadece zihnimizi kemiren şüpheleri gidermekten ibaret değil; toplumun kirden-pastan arınmış bir devletin çatısı altında sağlıklı ve kalıcı bir barışa ulaşması ancak bu dosyaların, gerçeğin aydınlatılarak kapanmasıyla mümkün.
Önceki gün, Kadir Has Üniversitesi’nde, Profesör Şükrü Hanioğlu’nun İttihat ve Terakki konulu sunuşunu dinledim. Hanioğlu, benim kuşağımdaki akademisyenler için tek başına bir örnek-modeldir.
Dr. Abdullah Cevdet üzerine yaptığı monografi, entelektüel tarihle uğraşanlar için ilmî araştırma çıtasını oldukça yukarılara çıkartmıştı.
Bu hafta içinde Cumhurbaşkanlığı’nın dağıttığı kültür ödüllerinin isabeti, Hanioğlu’nun listede yer almasından belliydi.
İttihat Terakki, siyasî kültürümüzün derinlerine işlemiş bir geleneği temsil ediyor. Hanioğlu, dün ile bugün arasında geniş bir pencere açarak bu geleneğin unsurlarını analitik bir şekilde özetledi:
Bir teşkilat yapıp, kişiliğini bu teşkilatın kurumsal kimliği içinde eritmek. “Vatanı kurtarmak” misyonunu, bir meslek ve hayat gayesi olarak benimsemek. Vülger bir pozitivizm ile toplumu ilerletme, geliştirme fikrine sahip olmak.
Toplumun ancak bu kimlik ve gaye için bir araya gelmiş ve bu düşüncedeki seçkinler tarafından yönetilmesi gerektiğine; aksi takdirde ülkenin batacağına inanmak. Demokrasiyi ve hukuku, bu gayeye doğru ilerlerken ortalığı sakinleştirmek ve toplumu ikna etmek için müracaat edilen basit ve küçük ayrıntılar, çoğu zaman da engeller olarak görmek.
Birkaç madde halinde özetlenen bu yapı, Türkiye’de devletin derinlerine çöreklenen ideolojinin ve örgütlenmelerin ne kadar güçlü bir geleneğe yaslandığını gösteriyor.
Yaşadığımız bütün hukuksuzluklar, bizi endişeye sevk eden cinayetler ve katliamlar “vatan tehlikede” lafının peşinden gelen “teferruat”lara ve “vatanı kurtarma eylemleri”ne dönüşüyor.
Bu geleneğin bir yerlerde karşımıza yeni bir kimlik ve “icraat” içinde çıkması her zaman mümkün. Demek ki meselenin çok farklı boyutları var. Açık duran dosyaları kapatmanın yanında bu gelenekle yüzleşmemiz, öne çıkarttığı “yüce değerler”in ne tür iktidar oyunlarına alet edildiğini ve Türkiye’yi nerelere sürüklediğini göstermemiz gerekiyor.
Bu gelenek sadece bizi değil, Arap dünyasındaki Baasçılık üzerinden yakın coğrafyamızı da derinden etkiledi. Suriye’de bu geleneğin yol açtığı bir iç savaş devam ediyor.
İttihatçı gelenek iki cümleye bağlı ikna yöntemi yerine, en basit sorunları bile silahla çözme alışkanlığını temsil ediyor.
Vatanı kurtarmak ve iktidarı ele geçirmek için kullanılan silah, aynı zamanda bir siyaset tekniğine dönüşüyor.
Kapanmayan bu kadar çok faili meçhul dosyamızın olmasının sebebi bu tekniğe geçmişte sık sık müracaat edilmesinden.
Dosyaları kapatmak için mümkün olan her teşebbüsün önünü açmamız lâzım.
Kapanması zor yeni dosyaların açılmaması için, bu geleneğin bütün resmî ve gayri resmî araçlarını terbiyeden geçirmemiz şart.