AK Parti iktidarı sağlık, eğitim, ekonomi gibi birçok alanda Amerika'yı örnek alıyor. 'Başkanlık sistemi' tartışması da 'Amerikanlaşma'nın bir uzantısı mı?
Türkiye'de zaten on yıllardır bir Amerikanlaşma yaşanıyor. İslami hareketin pasif devrimi, bu Amerikanlaşmanın geniş toplum kesimlerince içselleştirilmesini kolaylaştırdı şüphesiz. Ancak Amerika'dan seçici olarak ithal edilen bazı kurumların Türkiye'de Amerika'ya nazaran çok daha yıkıcı olacağını hesaba katmamız gerekir. Örneğin, Amerikanlaşma eğilimimizin son dışavurumlarından biri olan başkanlık sistemi özlemlerini ele alalım.
Bu sistem zaten Amerikan siyasi yaşamını Batı ve Kuzey Avrupa'ya nazaran çok daha otoriter, çok daha iş çevrelerinin, silahlı kuvvetlerin ve emniyet güçlerinin güdümü altına sokan bir sistem. Yıllardır bizde de başkanlık sistemi talep eden muhafazakarların ve liberallerin istediğinin de zaten bu olduğunu düşünüyorum. Ancak gözden kaçırdıkları, ABD'nin genel devlet ve kültürel yapısının (federalizm, çok dinlilik, vb.), yürütmenin otoriterliğine bazı kısıtlamalar getirdiği. Böylesi bir çoğulculuğun olmadığı bir toplumda, yarı başkanlık bile liberallerin dahi istemediği sonuçlar doğurur.
DİNDARLAŞMA DEĞİL MUHAFAZAKAR LİBERALLEŞME
- Türkiye dindarlaşıyor mu ya da muhafazakarlaşıyor mu?
Dindarlaşma yok denemez. Cemaatler, Kuran kursları, diğer İslami dernekler daha rahat çalıştığı için bir dindarlaşma yaşanıyor. Ama diğer taraftan hayatını asıl olarak din etrafında şekillendirmiş birçok insan ve grup da para, kariyer, bürokrasi, mevki gibi işlerle daha çok meşgul oluyorlar; bu da bazı çevrelerde dinin merkeziliğinin azalmasına neden oluyor.
Bütün bu birbiriyle iç içe geçmiş süreçlerin genel sonucu, net bir dindarlaşma değil, din dahil her değerin sermaye ve devletin gücü için seferber edilmesi. Bu anlamda, asıl süreç 'muhafazakar liberalleşme'dir, dindarlaşma değil. AK Parti dönemine damgasını vuran para ve güç; İslam ikincil konumda. Bütün bu değerlerin iç içe geçmesinde muhafazakar basın kilit bir rol oynuyor.
- Zaman yazarı, şair Hilmi Yavuz bir dönemin 'gardırop Atatürkçüleri'nin yerini bugün 'Kemalistleşen muhafazakarlar'ın aldığını öne sürüyor; 'yaşanan, biçimsel Müslümanlık' diyor. Sizce?
Bence bu gözlemdeki temel hata bütün nüfus hakkında toptan bir genelleme yapması. Çok boyutlu bir tahlil yapmak istemiyorum ama en azından iki trendden bahsedilebilir.
Bir zamanlar ciddi İslamcı olanların ki bunlar bir azınlıktır, muhafazakarlığa kayması ve dinle daha az alakası olan kitlelerin dini vecibeleri daha ciddiye almaya başlaması. Bunu biçimselliğe indirgemek yanlış.
Dinle zaten az alakası olan geniş kitlelerin bir gecede İslam kültürünün bütününü özümsemesini beklemiyorduk herhalde. Bu tür keskin 'ihtida' (İhtida (TDK Sözlük):Başka bir dinden çıkıp Müslüman olma) durumları ancak dar -ve daha ziyade orta sınıf- kesimlerde yaşanabiliyor. Hülasa, yaşanan değişimin gerçek ama sınırlı olduğunu ve de ister istemez sermaye ve devletin değirmenine su taşıdığını düşünüyorum.
- AK Parti'nin İslamcı özüne dönme olasılığı var mı?
Bundan kasıt ekonomide üçüncü yol rüyası ise hayır; zira bu tamamen iş çevrelerinin hükümranlığında bir parti. Kastedilen, yine MSP-RP geleneğinde -yasal kısıtlamalar dolayısıyla çok ifade edilmese de- önemli bir yer teşkil eden İslam devleti, İslami hukuk gibi özlemler ise bunların tekrar gündeme oturması bir parça daha muhtemel.
Ancak bu dahi, şu andaki küresel çerçeve altüst olmadıkça radikal bir değişikliğe işaret etmez. Türkiye'nin dış bağlantıları ve kariyerini bu bağlantılar üzerine kurmuş olan yeni İslami elit, bu kısmi İslamileşmenin radikalleşmesine izin vermezler.
Ancak küresel ekonomik kriz daha derinleşir, Türkiye'nin dünya piyasalarından beklentisi azalır, tüm bunlara paralel olarak da bölgemizdeki bir iki kilit devlet İslam devletine dönüşürse, AK Parti yönünü sorgulayabilir. Zaten bunun ilk işaretlerini Mısır ve Libya'da gördüğümüz için AK Parti içinde bir çalkalanma başladığını söyleyebiliriz ama henüz 'oyun değiştirici' boyutlarda değil bu çalkalanma.
SİYASETTE DİN DOZU ARTTI
- Seçimden önce 'AK Parti içine İslamcılığın da yedirildiği milliyetçi bir partidir' dediniz. Seçmeli Kuran dersi vb. uygulamalardan sonra düşünceniz değişti mi?
Bu salınmalar her zaman yaşanacaktır. Şu aralar din dozunun özellikle artmasının bir nedeni, bölgede dini hareketlerin hızlı bir yükselişe geçmesi ki bu trend süreceğe benziyor. AK Parti de ister istemez etkileniyor.
Aslında partinin ve lideri olduğu yeni rejimin merkezinde muhafazakarlık, kapitalistlik, siyaseten de otoriterlik ve devletçilik var. Bu çerçevede kimi zaman daha çok milliyetçilik, kimi zaman liberal demokrasi, kimi zaman da din mobilize ediliyor.
Yeri gelir, AK Parti tekrar demokratlaşır. Fakat hem dindar bir tabanı kendine bağlı tutmak, hem İslami söylemi ve kadroları yaşatabilmek, yeniden üretebilmek için dini eğitimin yoğunlaşarak artması olmazsa olmaz bir bileşeni yeni rejimin.
- Kitabınızın adı olan 'pasif devrim' kavramını anlatır mısınız?
Pasif devrim, İtalyan düşünür Antonio Gramsci'nin kavramı. Gramsci önce 19. Yüzyıl burjuva devrimci hareketlerinin, sonra da sosyalist hareketlerin, nasıl düzenin payandası haline geldiğini etraflıca tahlil etmiştir. Bu hareketlerin eski kadroları, muhalif söylem ve taktikler kullanarak bir taraftan resmi ideolojide köklü değişiklikler yapmış, bir taraftan da devletin genel çerçevesini muhafaza etmişlerdi.
Bize daha yakın bir örnek, tarihçi Partha Chatterjee'nin dikkat çektiği Hindistan pasif devrimi. Gandi köylülüğü bir üçüncü yol ekonomi ve dünya kurgusu etrafında seferber ediyor. Ruhani, manevi, devlet karşıtı, aile odaklı bir sosyalizm vaat ediyor. Fakat anti-kolonyal mücadelenin önderleri Gandi'nin söylemini ve yarattığı mobilizasyonu 'emerek' devlet güdümlü bir kapitalist ekonomi kuruyorlar. Görece zayıf, örgütlülüğünü iyi inşa edememiş, düzen eleştirisini tam oturtamamış, gerekli toplumsal bağları kuramamış hareketlerin nasıl emilmeye müsait olduğunu anlatan bir kavram pasif devrim.
Sol pasif devrim yaşamadı
- İslamcı siyasal radikalizm 'düzen' tarafından emilerek iktidara taşınırken 'radikal sol' daha da marjinalleşti. Sol, neden pasif devrim yaşamadı?
Söylediğiniz genel olarak doğru, ama ayrıntılara baktığımızda solun da emilmenin parçası olduğunu görüyoruz. Mesela, 'bürokratik oligarşi' ve yeni resmi ideolojinin başka birçok kavramı soldan devşirme. Daha ilginç olan, Türkiye'nin bazı önde gelen Marksist düşünürlerinin ve ikincil de olsa bazı kadroların hakim düzene emilmiş olması. Eski rejim bunu kısmen gerçekleştirmişti. Yeni rejim bunu daha sansasyonel şekilde yaptı. Bunun sonucu olarak da 2010 referandumunu devrimci ayaklanma hazırlığı gibi takdim edenler dahi çıktı.
Sistem İslamcılığı dönüştürdü
- 'İslamcılık sistem tarafından 'emilerek' muhafazakarlığa dönüştü' diyorsunuz. Nasıl?
Hindistan'ın pasif devrimi, Ortadoğu çapında 'La Şarkiyya, la Garbiyya, İslamiyya, İslamiyya' (mealen Doğu'ya ve Batı'ya hayır, çözüm İslam'da) sloganıyla başlayıp, sonradan kapitalist bir yola giren İslami hareketlerin seyrini andırıyor.
İslami kodlar kullanan geleneksel sağ siyasetlerden değil kapitalizme ve komünizme alternatif bir üçüncü yol olduğunu söyleyen İslamcılıktan söz ediyorum. Bu, Türkiye'de en kitlesel ifadesini MSP-RP geleneğinde bulmuştu. RP'nin geleneksel Türk sağı ile birçok kesişim noktası vardı, bu yönüyle Müslüman Gençlik vb. gibi kendini sağdan tamamen ayrıştırmaya çalışan küçük gruplardan ayrılıyordu.
1991'de yayımlanan Adil Düzen kitapçığı İslamcılığın neden muhafazakarlığa dönüşmeye müsait olduğunun iyi bir göstergesidir. Piyasaya da devlet planlamasına ve denetimine de yer veren, ancak ahlak topluluklarına, küçük mülkiyete, yeri geldiğinde de işçi mülkiyetine dayanan bir üçüncü yol ekonomi tanımlanıyordu. Fakat bu model yeterince gelişmemişti, partinin burjuva kanadının ve Türkiye'deki hakim çevrelerin baskısı sonucu 1994'te 'törpülendi'.
Müesses nizam 1994-96 sürecinde RP'nin, bu tür hayalleri geride bırakması koşuluyla geçici olarak iktidara gelmesine izin verdi. İslami hareketin içinde buna dünden razı kesimlerin olması, devletin ve küresel hakim güçlerin de baskısı ve cezbetmesiyle birleşince 2001'e kadar uzanan muhafazakarlaşma serüvenini
kolaylaştırdı.
Türkiye'deki değişim sürecine sosyolog yorumu
Türkçe'de 2010 yılında yayınlanan, 'Pasif Devrim: İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi' adlı kitabında farklı bir AK Parti analizi yapan Doç. Dr. Cihan Tuğal, 'AK Parti'nin devlete karşı gelişmediğini, bilakis devletin İslamcılığa saldırıları ile bağlantı hatta bazen işbirliği içinde oluştuğunu' savunuyordu. AK Parti'nin 'yeni bir elit dindarlığı'na giden yolu döşediğine işaret eden Tuğal, bu süreçte kapitalizmin nasıl içselleştirildiğini de ayrıntılarıyla anlatmıştı. (Pasif devrim: Radikal hareketlerin sistem tarafından emilerek dönüştürülmesi)
Sosyolog Tuğal, AKŞAM'a verdiği röportajda, 'başkanlık sistemi' tartışmasına Amerika'dan yaptığı şu çarpıcı tespitle katıldı, 'Başkanlık sistemi özlemi, Amerikanlaşma eğilimimizin son dışavurumlarından biridir. İslami hareketin pasif devrimi, bu Amerikanlaşmanın geniş toplum kesimlerince içselleştirilmesini kolaylaştırdı şüphesiz. Ancak Amerika'dan ithal edilen bazı kurumların Türkiye'de Amerika'ya nazaran çok daha yıkıcı olacağını hesaba katmamız gerekir.'
Cihan Tuğal kimdir?
Doç. Dr. Cihan Tuğal, Boğaziçi Üniversitesi ve Michigan Üniversitesi sosyoloji bölümlerinde lisans ve doktora eğitimini tamamladıktan sonra Northwestern ve San Diego üniversitelerinde siyaset sosyolojisi, din sosyolojisi, sosyal teori ve Ortadoğu üzerine dersler verdi. 'Pasif Devrim / İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi' adlı kitabının yanı sıra, toplumsal hareketler ve partiler, kentleşme ve sınıfsal dönüşümler, din ve ekonomi, Mısır ve Türkiye hakkında bilimsel makaleler yayınladı. Berkeley Üniversitesi'nde sosyoloji doçenti olan Tuğal, Türkiye ve Mısır'da din, siyaset ve ekonomi üzerine saha çalışmalarını sürdürüyor.