Orada dimağları mest ü hayran bırakan zarif anlayışlar kalpleri melul u mahzun eden acılarla sona erdirilmiş, insanlık adeta bilgi ve zarafetten intikam alan kaba siyasete kurban edilmiştir. Endülüs deyince nedense gözümün önüne zevk-i selim adlı nazeninin narin boynunu paslı ve kör bir balta ile kesmeye çalışan vahşi ortaçağ adamları gelir ve onların karşısında İbn Meserre’yi hatırlarım mesela.
Bir adam düşünün, kiminle konuşursa onu büyülenmiş gibi kendisine bağlıyor, kelimelerin gücünü kullanıp fikirlerini kabul ettiriyor. Belagat denilen ilim dalı onda bir Allah vergisine dönüşüyor ve ağzından çıkan her cümle adeta kendisine bir taraftar daha kazandırıp cemaatinin gücünü çoğaltıyor.
Tasavvuf dünyasına Endülüs’ten bir ruh üfleyen ve böylece adı ilim ve fikir tarihine kalan bu adam İbn Meserre’dir (883-931). Kurtuba’da henüz felsefe kitaplarının yakıldığı zamanlarda Empedokles’in Cevahirü’l-Hamse adıyla çevrilen kitabını okuyup Endülüs düşünce dünyasına farklı bir yorum getiren bu adam, kitaplardan okuduklarını hayat ve tasavvuf ile yoğurup kendince bir yol ve yordam üretir.
Çağının fakihleri tarafından sıklıkla eleştirilere maruz kalmasına rağmen onun bu yol yordama ilişkin teklifleri halkın bazıları tarafından itibar görür ve kendisini adeta imam derecesine yükseltir. Ne var ki karşı mahalleden bakanlar için durum aynı değildir ve onların aynasına yansıyan görüntü zındıklık ile ifade bulur.
Kaynaklar ifrat ile tefrit arasında bazen bid’atçiliğinden, bazen büyük imamlığından bahsedebilsin diye olsa gerek, İbn Meserre, çileli ömründe çeşitli suçlamalar ve eziyetlere maruz kalır.
Bir ara yaptığı hac yolculuğunda Kayrevanlı âlimlerden Ebû Ca‘fer’in ders meclisine katılmış, ders bitip de herkes meclisten ayrılınca kendisine, ‘’Işığınızla aydınlanmak, bilginizden istifade etmek için huzurunuzdayım’’ diyerek uzun zaman derslerine katılmış, Medine’de bulunduğu sırada da Hz. Peygamber’in eşi Mâriye’ye ait evi ziyaret ederek çeşitli bölümlerinde namaz kıldıktan sonra binanın ölçülerini alıp Kurtuba’da cemaatiyle birlikte yaşadığı Sierra tepesinde aynı ölçüleri kullanarak benzer bir bina inşa ettirmiş, bu yüzden de Cebeli (Dağlı) lakabıyla anılmıştır. İbn Meserre bir filozof olarak anılmakla birlikte onun felsefe, kelam ve tasavvufu birleştirmeye çalıştığı, felsefeciden çok mutasavvıf gibi davrandığı bilinmektedir.
Nitekim kaynaklar onun zühd ve ibadeti esas alan bir yol takip ettiğini, Batınilikten su içen sûfiyyenin rumuzlu ifade tarzını iyi bildiğini, bu yüzden kitaplarının gizli mânalarla dolu olduğunu ifade ederler. Muhiddin Arabî de onu ilim, hal ve keşif bakımından ehli tarîkın en büyüklerinden sayar. Öte yandan bazı kaynaklar da onun, cemaatini saptırdığını ve görüşlerinin halk için tehlikeli olduğunu, fikirlerinin Endülüs topraklarında kabul gören bilgileri ifsada meyyal olduğunu ileri sürerler. Hatta daha sonra Ekberiye adıyla ortaya çıkacak olan tasavvuf hareketini ona bağlayanlar bile olmuş, takipçileri tarafından Meserriye adıyla yayılan görüşleri uzun yıllar takipçi bulmuştur. Ne var ki bunlardan bazıları yol sapıtıp kendi fasit fikirlerini de ona isnat ederek bu yolun bozulmasına ve batıl itikatlar arasına girmesine yol açmışlardır.
İbn Meserre, her alim gibi kitaplar yazmıştır. Gel gelelim zamanın külleri bu kitapları da savurmuş, bir kısmı insanları küfre götürüyor diye kadı emriyle şehir meydanında yaktırılmış, diğerleri de ya birer birer kaybolmuş veya sonradan kayıplara karıştırılmıştır. Muhiddin Arabi üzerinde etkili olan bazı fikirlerinden başka onun ürettiği pek çok şey böylece yok olup gitmiştir.
Kaybolmayan kuramlarından biri, sevgiyi küllî nefsin özelliği sayan görüşüdür. Sevgidir ki nefis onun güzelliğini gördüğünde aklını ona yöneltip ta aşk derecesine varasıya kadar ilerler ve nihayet sevdiğiyle birleşmek ister. Çünkü nefsin kurtuluşu beden üzerinde tam hâkimiyet kurmasına bağlıdır. Bütün eski felsefelerdeki ‘’kendini bilme’’ fikri, sadece arınmış bir nefse sahip olmak ve bedensel istekleri dizginlemekle mümkün olabilir ve nefis kendi gerçek ve ebedî varlığını ancak böyle bir ahlâkî arınma ile kavrayabilir.
Buna rağmen insanların çoğunun nefisleri kusurludur, çünkü ya sevgide eksik, ya sevgiden tamamen yoksun yahut da sevgiye itibarsızdırlar. Durum böyle olunca da bu nefisler organları kesilmiş gibi olur, kendilerine şeref, güzellik ve ölümsüzlük kazandıracak şeyleri sezemezler