Yazının kaleme alınma nedeni, o dönemde CHP lideri olan Deniz Baykal'ın bir eş-dost sohbetinde, 'Türkiye'de cemaatler hiç bu kadar siyasete bulaşmamıştı' şeklinde bir değerlendirmede bulunduğunun kulağıma kadar ulaşması oldu.
Yazıda; 'Sayın Baykal'ın böyle bir söz sarf etmemiş olduğunu varsaysak bile, böyle bir algının hiç olmadığını söylemek de herhalde gerçekçi olmaz' deniliyordu.
Türkiye 22 Temmuz 2007 seçimlerine, sırf eşinin başörtüsünden dolayı Cumhurbaşkanı seçilmesi engellenmiş bir adayın söz konusu olduğu ülke fotoğrafı ile girmişti. Seçimin hemen ardından da, seçmenin yarısının oyunu almış iktidar partisinin kapatılması davası gündeme geldi.
O günlerde, 'Sayın Abdulah Gül'ün cumhurbaşkanı olmasındaki en büyük engelin eşinin başörtüsü olduğunu sananlar yanılıyorlar. AK Parti'nin Köşk adayı Seda Sayan olsaydı bile asla seçtirmek istemezler' yazmıştım. (Haber 7, 6 Ağustos 2007)
Nitekim Turgut Özal'ın eşinin başı açıktı ama, Çankaya'ya çıkması öyle kolay olmadı. Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil'i silah zoruyla Çankaya adaylığından vazgeçirip ülke dışına gönderenler de, eşi başörtülü olduğu için bu zulmü reva görmüyorlardı.
AK Parti'nin gösterdiği bir adayın akla ziyan her yol denenerek Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından cumhurbaşkanı seçilmesinin engellenmek istendiği o günlerde, AK Parti'nin yanında durmak, demokrasinin yanında durmakla eşdeğerdi. Demokrasi konusunda samimi olanlar, o sırada iktidarda hangi parti olursa olsun bu desteği vermekte asla çekinmezlerdi.
Nitekim o dönemde, siyasetten uzak durma hassasiyeti olan çevreler bile bu desteği görünür kılma ihtiyacı hissettiler...
Gezi Parkı olayları sırasında eylemlerin kışkırtıcılarından sanatçı M. Ali Alabora'nın, 'Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?' demesi gibi, o dönemde de meselenin sadece Sayın Abdullah Gül'ün Çankaya'ya çıkmasının engellenmesi olmadığı anlaşıldı. Cunta oklarını, millete ait tüm değerlere çevirmişti.
O dönemde demokrasinin yanında yer almayanlar itibarlarını ve samimiyet testini kaybettiler. Örneğin o günlerdeki anti demokratik duruşları, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi'nin millet tarafından silinmesine neden oldu.
Rejimin milletin önüne çıkardığı çarpıklıkların az da olsa telafisine imkan vermesi beklenen 12 Eylül 2010 mini anayasa değişiklik paketi referandum amacıyla gündeme geldiğinde ise, siyasetten uzak durma hassasiyeti olan çevreler bu defa, 'mümkünse ölmüş babanızı bile mezardan kaldırın ve oy kullandırın, bu sandık son 300 yılda bu ülkenin önüne konulmuş en büyük fırsattır' hassasiyeti ile meseleye yaklaştılar...
Ne Sayın Abdullah Gül'ün Çankaya'ya çıkması, ne de 12 Eylül 2010 referandumu toplumun demokratik beklentilerinin karşılanması ve sistem içinde milletin önünü tıkayan manilerin ortadan kaldırılması için yeterli olmadı.
Daha demokratik bir toplum yapısı için kalıcı çözüm getirmesi ümit edilen yeni Anayasa konusunda da maalesef mesafe alınmadı. Ülke oyalandı.
Onca olumlu gelişmelere rağmen Türkiye hala istim üstünde bir ülkedir ve her türlü iç ve dış tehditlere açıktır. Herşeyin ters yüz olması an meselesidir.
Kimse şu satırlara bir komplo cümlesi gibi yaklaşmasın;. Tüm yüreğimle inanarak ifade ediyorum ki, 'şu an küresel güçlerin dünya çapında üzerinde çalıştığı en büyük proje, ne pahasına olursa olsun Türkiye'nin önünün kesilmesi' üzerine kuruludur. Parti kapatmanın rüzgarı kesmeye yetmediğini gören çevreler, tırmanışa geçmiş Türkiye'yi frenlemenin en kestirme yolunun, Başbakan Erdoğan'dan kurtulmak olduğuna karar vermişlerdir.
M. Ali Alabora'dan ilham alarak söyleyecek olursak, 'Mesele sadece Recep Tayyip Erdoğan değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?'
Yeri geldiğinde Başbakan Erdoğan'ı eleştiri konusu etmek için onlarca başlık sıralanabilir. Fakat bugün Başbakan Erdoğan'ın ayağına çelme atmak isteyenlere karşı onun yanında durmak, sadece demokratik bir duruş olmanın ötesinde, Türkiye'nin önünü kesmek isteyenlere karşı Türkiye'nin yanında durmağa eşdeğer bir durumdur.
Partisi ve siyasi görüşü ne olursa olsun, Sayın Abdullah Gül'ün Meclis tarafından cumhurbaşkanı seçilip Çankaya'ya çıkmasına engel olmak isteyenlere karşı 2007'deki demokratik duruş ne kadar anlamlı idiyse, 2013'te, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı antidemokratik her yolu deneyerek, içeriden ve dışarıdan kuşatarak devirmek isteyenlere karşı aynı dik duruş da, o kadar demokratça ve o kadar vatanperverane bir duruştur.
Bunun adı yandaşlıksa, bu kelimeden kim rahatsız olur ki?
Mesele, neden yana olduğunuzdur?