Uyuşturucu bağımlıları bize ne kadar uzak? Onlar, nerede yaşadığı kestirilemeyen, ihtimal ki yeraltına inmiş ‘karanlık’ insanlar mı? Işıltılı caddelerde yolumuza hiç çıkmazlar mı? Melek’i tanısaydınız şaşardınız. Henüz 21 yaşında, eroin iptilâsından kurtulmak için ilaç kullanan gencecik bir kız, nasıl da bizim kızlarımız, kız kardeşlerimiz gibi…
Yaşadığı ev, orta hâlli her ev nasılsa öyle. Eski ama temiz eşyalar, yıpranmasın diye üzerine örtü serilmiş üç kanepe, sehpa üstünde yapma çiçekler… Sonra, elinde bir tepsiyle içeriye girişi, porselen fincanlarda çay ve kek… Mahallede bir komşuya oturmaya gitmişiz sanki… Melek’le çaylarımızı karşılıklı yudumlarken görseniz bizi, eroin illetine nasıl yakalandığından ve kurtulmak için nasıl mücadele ettiğinden değil de, gündelik şeylerden; kar yağışından, yeni bir manto ihtiyacından, pahalı-ucuz mağazalardan konuşuyoruz zannedersiniz. Tablo öyle sıradan, öyle olağan ve tam da bu yüzden öyle kaygı verici ki! Uyuşturucu bize, kızlarımıza ve kız kardeşlerimize bu kadar yakın mı?
“Baştan başlayalım.” diyorum Melek’e, önemli bir noktayı kaçırmak korkusuyla, “Çocukluğundan, genç kızlığından, eşinle tanıştığın ilk günden...” On yıl önce Anadolu’nun bir köyünden İstanbul’a aş, iş için göçmüş mazbut bir aile… Yerleşmek için Bağcılar’da karar kılınıyor, evde eli erip gücü yeten herkes çalışmaya başlıyor ve çarkın dişlileri yeni gelenleri de iştahla öğütmeye koyuluyor. İstanbul’da yüzlercesine rastlayacağınız bildik bir tutunma hikâyesi işte… En azından, üç yıl boyunca böyle… Sonra bir bakış her şeyi değiştiriyor; Melek’in camdan bakışı…
Canı sıkkın o gün, aslında neredeyse her gün… Yaşıtları liseye giderken çalışmak zorunda oluşuna hayıflanan, ailesine küskün, ergenlik bunalımını atlatamamış on beşinde genç bir kız, elinde sigarayla sokağı seyrediyor (Burada, ‘Demek ki’ diyor Melek, ‘Kötü alışkanlıklara daha o yaşta başlamışım’). Karşıdan bir grup genç geliyor ve içlerinde Kürşat; sonradan Melek’in eşi olacak ve yazık ki onu uyuşturucuyla tanıştıracak Kürşat… O bakıştan üç yıl sonra, Temmuz 2009’da iki genç, ailelerin rızası olmadığı hâlde evleniyor. Burada soru şu: “Evlenmeden önce biliyor muydun, Kürşat’ın zararlı alışkanlıkları olduğunu?”
“Evet, o günlerde esrar ve hap alıyordu, sigara ve alkol de kullanıyordu. Ama ben ona çok güveniyordum. Evlenecektik, o esrarı, hapı bırakacaktı, güzel bir hayatımız olacaktı.”
On sekizinde bir genç kızın bu hayale kapılması tuhaf mı? Sonra gerçekle yüzleşiyor elbet, o hayal de kırılıp un ufak oluyor; ama neylersin… Önceleri bir ses duyuyor yalnızca, tuvaletten gelen çakmak sesi ve bir hışırtı… Biraz ısrarla, evliliklerinin üzerinden iki ay geçmemişken daha, Kürşat’ın eroine başladığını öğreniyor; ama yine de eşinin düzeleceğine dair ümidini yitirmiyor. Kendince bir tesellisi de var üstelik; Kürşat küçük miktarlarda kullanıyor eroini ve onu neredeyse ölüme götürecek iğne yöntemiyle henüz tanışmış değil.
O günlerde, hayatları kısmen kontrol altında görünüyor; işe gidip gelebiliyor, para kazanıyor, ev kirasını ödeyebiliyorlar hiç değilse. Gerçi dikkatli bakınca, sürekli iş değiştirip ev taşıdıkları, aileleriyle anlaşamadıkları ve uyuşturucu yüzünden mütemadiyen kavga ettikleri görülebilir. Melek, “Onu kurtarmak için çok uğraştım, ama ‘Sus konuşma!’ diye bağırdığı, hatta şiddete başvurduğu günler oldu. Şimdi pişman; ama...” diyor. Mahalledeki uyuşturucu çetesinin karşısında nasıl durabilirdi ki Melek ve hatta Kürşat… Sürekli kapıyı tıklatan, ıslık çalan, yemek sofrasında bile rahat bırakmayan kullanıcılar ve torbacılar… Doğma büyüme o mahalleli Kürşat’ın eski, yeni ‘kötü’ arkadaşları hepsi de… Şimdi bir ikisi hapiste, bir ikisi hâlâ bir köşe başında müşteri bekliyor. İçlerinde kurtulan da var çok şükür, Kürşat’a ilk iğneyi yapan genç mesela…
İğne, sonun başlangıcı, ondan öteye yol yok. Kürşat, Kasım 2011’de o yola giriyor yazık ki ve eşiyle erkek kardeşini de kendi deyimiyle, ‘sanki bir ipe bağlayıp’ ardı sıra çekiyor. Kocasını bataktan kurtarmak için iki buçuk yıl direnen Melek, ‘o ipe’ biraz da kendi isteğiyle bağlandığını kabul ediyor bugün: “Kürşat artık çalışamaz duruma gelmişti, evin yükü benim omzumdaydı. Hem çalışmaktan hem onu kurtarmak için mücadele etmekten yorulmuştum. Sonunda pes ettim, o acı çekiyorsa ben de çekmeliydim, o ölecekse ben de ölmeliydim.”
Haziran 2012’de, bu duyguların tesiriyle iğneye başlıyor Melek; içinde bir merak ve oyuna dâhil olma isteği de var elbet; kanepede kendinden geçmiş bir hâlde oturan kocasının dünyasına katılma arzusu… Göz göre göre, iğneden dönüş olmadığını bile bile… İlk vakitler haberi olmuyor Kürşat’ın, anladıktan sonra engel olmaya çalışıyor; ama nafile, eşi de artık bir bağımlı çünkü… “Böyle olacağım asla aklıma gelmezdi.” diyor Melek: “İrademin güçlü olduğunu düşünüyordum. İstemiyorum dediğim zaman kurtulabilirim zannediyordum; ama öyle olmadığını gördüm.”
Kurtuluşa giden yolda ilk adım
Melek, akıllı ve yaşına göre olgun bir kız. Eroin illetine bulaşması bu gerçeği değiştirmiyor; çünkü hem kendisini hem kocasını bu yoldan kurtaracak formülü de yine o buluyor. Samanyolu Televizyonu kameramanı Mücahit Akagündüz ve muhabir Salih Kolcu’nun yardımıyla eşini hastaneye yatırıyor. Kendisi de ‘kırmızı reçeteli’ bir hapla ayakta tedavi olmaya başlıyor.
Gelinen noktada Melek, eroin kullandığını ve bundan kurtulmak istediğini bir televizyon haberinden öğrenen ailesinin yanında kalıyor ve kocasının hastaneden çıkacağı günü iple çekiyor, gizleyemediği bir endişeyle tabii… Evet, kurtuluşa giden yolda ilk adımı attılar; ama ikinci adım, belki ilkinden daha önemli. Onları bu mahalleden, semtten, komşu semtlerden, bu yakadan, hatta bu şehirden kurtaracak kocaman, cesurca bir adım… Bu yolda hem maddi hem manevi desteğe ihtiyaçları var ki biz onların hikâyesini biraz da bu hususa dikkat çekmek için anlattık.
İlk elden aileler geliyor akla; ama her ikisinin de ailesi kendi yağında kavrulduğundan, üstelik Kürşat’ın ailesi eroinden kurtulmanın sigarayı bırakmak gibi kolay olduğunu zannettiğinden onlardan bir destek almaları zor görünüyor. Melek’in ailesine gelince… Kimileri yadırgayabilir, “Bir anne-baba, kızlarının bağımlı olduğunu nasıl televizyondan öğrenir?” diye.
Gerçi Melek, annesinin bunu hissettiğini; ama kızının Kürşat’a olan sevgisini bildiği için çaresizce sustuğunu söylüyor: “Annem, durumu babamdan gizledi. Çünkü biliyordu ki babam beni çekip alır, tedavi de ettirirdi; ama Kürşat’ı bir daha görmemek şartıyla. O zaman Kürşat ölürdü. Biz biraz zorlandık; ama kurtuluş yoluna da beraber girdik.”
Melek ve Kürşat’ın yeni ve tertemiz bir hayat kurmalarına kim ya da kimler yardımcı olacak? Burası şimdilik meçhul…