Devletlerin vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde dönemsel olarak büyük günahlar söz konusu olabilir.
Hangi nedenle olursa olsun... Tövbe etmek arındırır... Allah kullarına her daim tövbeyi salık verir... Çünkü insanoğlu günahkardır... Tövbe ederek arınır insanoğlu... Devletlerin de tövbeye ihtiyaçları var. Devleti 'Tanrı' konumuna oturtanlar devlete laf kondurmak istemezler. Devletin günahlarını da bir vesileyle savunma gereği duyarlar. 'Tanrı devlet' anlayışına sahip olanlar veya devleti fetişleştirenler hiçbir şekilde devletin günah işlediğine inanmazlar. Her daim vatandaşların günahlarından ve kusurlarından söz ederler. Hatta ihanetlerinden... İhanet ettikleri için veya devlete karşı kusur işledikleri için devlet tarafından vatandaşların cezalandırıldıklarını söylerler. Oysa bu bakış açısı doğru değil... Aslolan devlet değil, insandır... Çünkü eşref-i mahlukat olan devlet değil, insandır... O yüzden insan onurunu korumak, insan hak ve hürriyetlerini yüceltmek devletin vazifesidir. Büyük devletler kendi geçmişleriyle yüzleşerek arınma gereği duyarlar. Yüzleşerek hem arınırlar hem de geleceğe çok daha güçlü bir biçimde kendilerini taşırlar. Büyük devletler tövbe etmekten kaçınmazlar. Büyüklük günahların kabulünden geçer çünkü. Günahların kabulü beraberinde tövbeyi getirir. Tövbe Allah'ın en çok hoşlandığı ve istediği bir arınma eyleminin adıdır. Devletler de kendi vatandaşlarına geçmişte yapıp ettiklerinden dolayı tövbe ettiklerinde vatandaşlarının gönlünde büyürler. Sadece kendi vatandaşlarının gönlünde değil başka devletlerin vatandaşlarının gönlünde de taht kurarlar. Kendi tarihiyle ve geçmişiyle yüzleşebilen devletler sahiden de büyük devletlerdir. Yüzleşme bir tür özeleştiridir. 'Evet, ben bu günahı işledim, özür diliyorum!' diyebilme erdeminin adıdır. Bunu dediği için hiçbir devlet küçülmemiştir, tam tersine büyümüştür. Geçmişindeki hatalarının ve günahlarının üstünü örtmeye çalışan devletler ise kendilerini mağdur vatandaşlarının her daim hasmı konumunda tutarlar. Tarihte büyük acılar yaşandı. Devletten kaynaklı, devletlü seçkinlerin ihtirasından kaynaklı politikaların ürünü olan nice günahlar biliriz biz. Bunu artık görmek lazım... Birkaç Ermeni örgütün devlet-i Osmaniye'ye karşı Rusların safında ihanet etmiş olmaları, hiçbir şekilde Osmanlının sadık tebası olarak bilinen Ermenilerden bir tekinin dahi olsa canının telefini meşrulaştırmaz. İttihat Terakki yöneticilerinin ırkçı-faşizan-tektipleştirici (Türkçü) politikaları koca bir imparatorluğun sonunu getirdi. Savaş koşulları elbette göz önünde bulundurulması gereken önemli bir faktördür. O koşullarda adında Ermenilik olan bazı örgütlerin ihaneti hiç kuşkusuz unutulamaz. Ama adına 'tehcir' denilen o gayr-ı insani politikalar da büyük günahlardandır. Hiç kimse devletin bilgisi ve rızası olmadan o aşiret reislerinin Ermeni kıtaline yöneldiğine inandıramaz hiç kimseyi. Öldürülenlerin sayısının ne önemi var? Tut ki bir tek masum insan öldürülmüş olsun, bu 'tehcir' politikasını meşru mu kılar? 'Tehcir'in savaş koşullarındaki zorunluluğunu bilmeyenlerden değilim, ama bu başka türlü bir 'tehcir'dir. İttihat Terakki kadrolarının zihniyetinin ürettiği gayr-ı insani bir olaydır. Tıpkı bu zihniyetin devamcısı olan CHP'nin ortaya çıkardığı 'Varlık Vergisi' gibi... Aşkale sürgünleri gibi... İttihat Terakki'nin zihniyeti ne yazık ki tek parti döneminde hortlatılmıştır... Daha tehlikeli ve yaygın bir biçimde... Bu kez CHP eliyle bu zihniyet Müslüman çoğunluğa ve onun değerlerine yönelik olmuştur. CHP kesinlikle neo-İttihatçı bir anlayışın zulümle buluşmuş adıdır. Yakın vakitlere kadar başörtülü vatandaşlarımızın kamusal alanlardan nasıl sürgüne gönderildiklerini, bu ülkenin okullarında nasıl okuyamadıklarını göz önünde tutarsak ne dediğim anlaşılır. Demek istediğim şu: Gerek Osmanlı dönemindeki, gerekse Cumhuriyetin'in tek partili yıllarındaki İttihatçı zihniyet kendi vatandaşlarına karşı çok büyük günahlar işlemiştir. Dersim katliamı gibi mesela... Zilan katliamı gibi mesela... Hepsini sıralamama gerek yok.. Zulmün devlet politikasına dönüştürüldüğü dönemlerden geçtik. Ve dolayısıyla çok acılar yaşandı bu ülkede. Her inançtan, her dinden, her ırktan, her mezhepten vatandaşlarımız çok büyük ayrımcılıklara ve zulümlere düçar kılındılar. Şimdi yeni bir devlet anlayışına doğru eğiliyoruz. Büyük devlet anlayışına... O yüzden Başbakan Erdoğan'ın dediği gibi kendi günahlarımızla ve hatalarımızla yüzleşerek hem arınacak, hem de güçlü yarınlara yelken açacağız. Güçlü devletler kendi geçmişleriyle hesaplaşmaktan korkmazlar. Başkalarına yaşattıkları acıdan dolayı özür dilemesini de büyüklüğün gereği olarak önemserler. Acılarımızı yarıştırmadan bu sürece hep birlikte kapı aramalıyız. Tarihteki acılar üzerinden güncel kinler üretmeden ve acıların siyasetini yaparak istismara yönelmeden bu yüzleşme sürecini de olgunlukla tamamlamamız gerektiğini hatırlatmak isterim. Başbakan'ın bu çerçevede gündeme taşıdığı anlayış, unutulmasın ki yeni Türkiye'nin devlet anlayışının ete kemiğe bürünmüş halidir.