Bunun üzerine 1856 yılında Merkezi Londra’da bulunan İngiliz sermayeli “Ottoman Bank (Bank-ı Osmanı)”ı kurmuştur. Kurulmuş olan bu bankanın görevi; küçük miktarlarda kredi vermek, hükümete avans sağlamak, bazı hazine bonolarını ıskonto etmektir.
1863 yılında banka kendini feshederek İngiliz-Fransız ortaklığı şeklinde “Bank-ı Osmanı-ı Şahane (Osmanlı Bankası)”adını almış ve bir devlet bankası niteliği kazanmıştır. Bankaya otuz yıllık bir süre için banknot basma ayrıcalığı ve tekeli verilmiştir. Ayrıca devletin haznedarlığını üstlenerek devlet gelirlerini tahsil etmek, Hazinenin ödemelerini yerine getirip bonolarını ıskonto etmek, iç ve dış borçlara ilişkin ödemeleri yapmakla da görevlendirilmiştir.
Osmanlı Bankası sermayesinin yabancılara ait olması bazı tepkilere yol açmıştır. Tepkiler ulusal sermayeye dayalı bir merkez bankası kurma fikrinin temelini oluşturmuştur. 11 Mart 1917 tarihinde “Osmanlı İtibar-ı Milli Banka”sı kurulmuştur. Ancak bu banka, Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşından yenilgiyle ayrılması nedeniyle bir ulusal banka olma amacına ulaşamamıştır.
Aynı dönemde ülkemizde kurtuluş savaşı ile kazanılan siyasi bağımsızlığın, ekonomik bağımsızlıkla güçlendirilmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 11 Haziran 1930 tarihinde kabul edilerek “1715 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu” adı ile 30Haziran 1930 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmış ve 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyetine başlamıştır. Kuruluş Kanunu’na göre Merkez Bankasının temel amacı ülkenin ekonomik kalkınmasını desteklemek, reeskont oranlarını belirlemek, para piyasasını ve para politikasını düzenlemek, hazine işlemlerini yerine getirmek ve Türk Parasının istikrarına yönelik önlemleri almak için yetkili kılınmıştır.
Bunlara ek olarak banka, devletin haznedarlığını da üstlenmiştir. Hükümetin, Bankanın yetkili olduğu alanlara ve kararlarına müdahale etmediği 1930’lu yıllar Merkez Bankası’nın bağımsızlığının ön planda olduğu, enflasyonun ise düşük düzeyde kaldığı yıllar olmuştur.
Bu dönemde banka banknot basma yetkisine tek elden sahip duruma getirilmiştir. İkinci Dünya Savaşının olumsuz etkisiyle Merkez Bankası, bağımsız bir para politikası yürütmekten çok, kamu kesiminin finansman açığının kapatılmasına yönelmiştir. Bu nedenle 1938-1948 yılları arasındaki dönemde genel fiyat düzeyi fazla artış göstermiştir.
14 Ocak 1970 Tarihinde kabul edilen 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu, Bankanın görev ve yetkilerinin artırılması açısından önemli yenilikler getirmiştir. Öncelikle, Bankanın doğrudan ve dolaylı para politikası araçları üzerindeki kontrolü artırılmıştır. Hükümetler para ve krediye ilişkin tedbirleri alırken Bankanın görüşünü alması hükmü getirilmiştir.
24 Ocak 1980 Tarihinde açıklanan kararlar ile Türkiye ekonomisinde yapısal bir dönüşüm yaşanmıştır. Fiyatların piyasa mekanizması çerçevesinde oluşması amacıyla, fiyat kontrolleri kaldırılmış, serbest dış ticaret politikasına geçiş yaşanmıştır.
Para ve kur politikalarının Merkez Bankası tarafından piyasa ekonomisi ile uyumlu bir şekilde yürütülmesi için gerekli alt yapının sağlanması yönünde önemli adımlar atılmıştır.
Mevduat ve kredi faizlerinin piyasa koşullarında belirlenmesi hükme bağlanmıştır. Sabit kur rejimi terk edilmiş, ekonomik birimlerin dövizle işlem yapmalarına izin verilmiş ve Türk parası konvertibl ilan edilerek esnek bir döviz kuru rejimine geçilmiştir.
1990 yılında Banka, piyasanın likidite ihtiyacını karşılamayı hedeflemiştir. 21 Nisan 1994 tarihinde Hazinenin Merkez Bankası kaynaklarını kullanımına sınırlamalar getirilmiştir. 1998 yılından itibaren Hazinenin Merkez Bankasından kısa vadeli avans kullanmaması konusunda uzlaşılmıştır.
1995-1999 yılları arasında döviz kurundaki dalgalanmaları azaltmayı ve döviz piyasalarındaki spekülatif hareketleri önlemeyi amaçlayarak finansal piyasalarda istikrarı sağlamaya yönelik politikalar izlenmiştir.
22. Şubat 2001 tarihinde dalgalı kur rejimine geçilmiştir. 25 Nisan 2001 tarihinde yapılan değişikliklerin en önemlisi, Bankanın temel amacının fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmek olduğu açıkça tanımlanmıştır.
Banka, fiyat istikrarını sağlamaya yönelik olarak uygulayacağı para politikalarında ve kullanacağı para politikası araçlarındaki kararlarında bağımsız hareket edebilmelidir. Çünkü fiyat istikrarını sağlamak; uzun vadeli, istikrarlı ve kararlı politika uygulamaları sonucu elde edilebilmektedir. Bu nedenle Merkez Bankaları, kısa vadeli hedefler doğrultusunda politika üretme eğiliminde olan siyasi otoriteden bağımsız olarak görevlendirilirler.
Merkez Bankaları, kısa vadeli ve geçici amaçlar uğruna, fiyat istikrarını bozacak politikalar uygulamamaları için bağımsız yapıda olmalıdırlar. Merkez Bankaları, para politikalarını oluştururken bir bütün olarak finansal sistemin istikrarını gözeterek, sistemi etkileyen ve risk yaratan tüm gelişmeleri değerlendirmek zorundadırlar.
Gelişmiş Ülkelerin bir çoğunda Merkez Bankaları ve Merkez Bankaları Başkanları iktidar güdümünden tamamen bağımsızdırlar. Merkez Bankası Başkanının görev alanına hiçbir Devlet Başkanı, Cumhurbaşkanı,
Başbakan, Bakan veya siyasetçi asla giremez. Faiz indirmek, faiz yükseltmek, döviz kurlarında oynama yapmak gibi konularda değil öneri veya telkinlerde bulunmak, ima dahi edemezler. Bu Ülkelerde Merkez Bankası Başkanı, iktidar değiştikçe asla değişmemektedir.
Eğer Merkez Bankası bağımsız olmaz ise, hükümetler başları sıkıştıkça para bastırarak, paranın üretim maliyetiyle, üzerinde yazılı değer arasındaki farkı kasalarına gelir olarak yazarlar ve herhangi bir borçlanmaya veya vergi toplamaya ihtiyaç duymadan, harcamalarının bir kısmını finanse ederler. Ancak bunun sonucunda, başta enflasyon olmak üzere ekonomik istikrarsızlıkların artmasına yol açmış olurlar ki, bunun çözümü çok zor olup, uzun vade gerektirmektedir.
Çok büyük bir kesimin borçlu olduğu ülkemizde, faiz düşürülsün söylemleri siyasi prim yaparak oy kazandırabilir. Ancak, Merkez Bankasının bağımsızlığını olumsuz etkileyen eleştiriler enflasyonla mücadeleyi zorlaştırır. Merkez Bankası, bağımsızlığını koruyamazsa, bu durum finansal istikrara ciddi ölçüde zararlar verir.
Bu tür olumsuzlukları gidermek kısa vadede mümkün olamaz. Önceki yıllarda ekonomimizin düştüğü çukurdan çıkmasına, Merkez Bankasının özerkliğine dayalı olarak alınan sıkı, kalıcı ve akılcı programların katkıları çok büyüktür. Son iki haftadır bir çok şey unutularak, sadece Merkez Bankasının bağımsızlığını tartışır, konuşur olduk.
Her şeyden önce Millete verilecek hesap, para ve faiz politikaları hesabı değil, onun dışında çok daha önemli verilecek hesaplar vardır. Seçim yaklaşırken gündemi değiştirip insanları meşgul etmekten başka bir işe yaramayan bu tür söylemler ülkeye ve millete sadece zarar vermektedir.
Gülcan Işık
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir- Bağımsız Denetçi.
Kaynakça:Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası internet sitesinden yararlanılmıştır..