Bu kent, Cumhuriyet öncesinde savaş tazminatı olarak Ruslara bırakılınca önemli bir göç vermiş. (1878–1881 yılları arasında Oltu ve Kars’la birlikte Ardahan’dan göç edenlerin sayısı, bu üç yılda 100.000’in üzerinde. Bu veri yenidir ve Dr. Candan Badem’in yayınlanmamış doktora tezi çalışmasında arşivlerden elde edilmiştir. Kanaatim odur ki, bu rakamın üç yeri kapsamasına karşın Ardahan’ın payı 3’te 1’den fazladır.)
Yeniden il olduğu 1992’den buyana, 17 yılda ise nüfusunun 3/1’ine yakınını göç vermiştir. Birinci büyük göç dalgası esaret baskısından kaynaklı, ikincisi ise büyük oranda ekonomik şartların baskısından kaynaklı olduğu aşikârdır.
Yurt, yurttaşıyla anlam bulur. Dağ başı dahi olsa yurt parçası, insanları ona ayağını basıyorsa yurttur. Yoksa haritada yer almış olmak yurt olmak için yeterli değildir. Gidişat böyle sürerse, ilimizde zaman içinde insan ayağının basmayacağı yerler oluşacak, boş köyler, boş meralar ve boş dağ ve ovalar insansız, ıssız, yani sahipsiz yani yurtluğunu yitirmiş yurttaşsız toprak parçası olarak haritalarımızda kalacak.
Ne demişti şair; “toprak eğer uğurunda ölen varsa vatandır” Doğru ve bu topraklar uğrunda nice insanımız canını seve seve vermiştir. Ancak bir gün gelmiş, para yokluğundan, savaş tazminatı olarak, savaşsız terk edilmiştir. Bu günde birçok nedenle terk edilmektedir.
Bunda kendimizi elbette eleştirelim ve eksikliklerimizi görelim.
Ancak ülke-devlet politikalarına yön verenlerin bakışını da görmezlikten gelmeyelim. Bu politikaları belirleyenler, biz bildik bileli ülkenin geneli için verdiği kararlarında; politikalarını uygulayacak yüksek bürokratından sıradan memuruna kadar ve bu politikalarının uygulanması için gönderdiği paranın miktarına kadar, hep o yurt parçasında yaşayan insan sayısına, nüfusa bakarak, bu nüfusla doğru orantılı olarak kararlar oluşturmuştur. Yani nüfusun çok ise çok para, çok kamusal yatırım, nüfusun az ise az, nüfusun çok ise kaliteli ve kalıcı bürokrat ve kalıcı memur. Az ise stajyer denilebilecek memur, asalet almak için bürokrat ve kısa süre sonra asaletini alıp giden, gidemezse torpil yapan, yapamazsa hile yapan memur, ili öğrendiğinde tayini veya sürgünü çıkan bürokrat!
Bu politika değişmez ise bu ilin nüfusunun da artama ihtimali olmadığına göre, zamanla göç hızlanacak, bürokrat-memur göndermeye gerek kalmayacak herhalde ve parada göndermeye gerek kalmayacak!
Ne güzel, ülke bütçesine yük olmayacak bir il haritada yerini koruyacak; ama yurttaşsız bir yurt parçası olarak!
Sayın valimiz Selim Cebiroğlu, veda yemeğinde, birazda görevden alınmanın burukluğuyla olsa gerek kurduğu bir cümleyi, dikkatle düşünseydi herhalde, en azından bizi üzmemek için kurmazdı. Mevlana’yı bilen insanlar, başkalarının yüreğindeki üzüntüyü-acıyı yüreklerinde hissederler, biz hissediyoruz ve hissedilmeyi arzu ediyoruz. Şöyle dedi Sayın Cebiroğlu; “ ben bu ile vali olarak geldiğimde altı aydan fazla kalmayacağımı düşünmüştüm, umduğumdan fazla kaldım, 16 ay kaldım.”
Ne demektir bu?
Belki sayın vali elinde olmayan nedenlerle, kendisine rağmen valilik görevinde, Ardahan’da bu kadar süre bırakılmayacağını tahmin ettiğini kastetmiş olabilir, ancak böyle bir kasıt açık olmadığından bu cümlenin üzerinde çok düşünmeliyiz.
Bu cümlenin verdiği acı unutulur bir acı değildir. Kurtuluş savaşından önce esaret altında milis mücadelesi vermiş bir toprağın insanı olarak devletin bu bakışı bizi incitmez de kimi incitir? Acaba kendi valimizi aramızdan seçsek ve gitmeme şartı koşsak, seçeceğimiz vali kaç zaman görevinin başında kalacağını düşünerek koltuğuna oturur “ben devletim” diye?
Devlet bizim gibi illere bakışında nüfuzla doğru orantılı olan yaklaşımı tersine çevirmedikçe, memurunun-bürokratının en yetkinlerinden seçerek ve uzun süre kalma şartıyla, vekâleten değil de asaleten, göndermedikçe, kamusal harcama ve yatırımlar için yine nüfusuyla ters orantılı, geri kalmışlığı hızla yok edecek miktarlarda parayı göndermediği müddetçe, ilerleme yolunda hep geride kalacağımız aşikârdır. Ancak devletin bu temel yaklaşımında beklenmesi ve olması gereken değişiklik olur ise ilerleme yolundaki hızımız, diğerleriyle aramızdaki farkı kapatmamıza katkıda bulunabilir. Bu fark kapandığında ise beklediğimiz bu pozitif ayrımcılığa gerekte ihtiyaç da kalmaz. O zaman durmuş oturmuş bir idari yapı, kurumsallaşmış kurumlar ve kendi yağıyla kavrulmaya başlamış bir ilin, altı aydan kısa sürede de olsa valisi değiştiğinde kimsenin ruhu duymaz, duymaya da gerek olmaz!
Nejdet KAMBİR