Bu ülkede namuslu bir gazeteci, CİA ajanlarının da yazı yazdığı, toplantılarına katıldığı Yeni Forum adlı dergiye ABD’de CİA paralelinde çalışan NED (National Endowment for Democracy) adlı örgütten 40.000 Dolar para geldiğini belgeliyor. Arabasına bomba konulup havaya uçuruluyor… Parayı alan koca profesör de, “biz totaliter bir rejime karşı mücadele ediyoruz” diyerek utanmadan kendini savunuyor.
Bu işin görülen kısmı…
Bu ülkenin kahraman savcıları ancak iktidardan işaret alınca soruşturma yapmayı akıl edebiliyor!
Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden İlim Yayma Cemiyetleri’ne, “Hizmet Hareketleri”ne, bu ülkede yetmiş yıldır kökü dışarıda olan bir sağ vardır.
Bugün “devleti ele geçirme” savıyla yürütülen soruşturmada adı geçen ve Pansilvanya’da 500 dönümlük bir çiftlikte yaşayan emekli vaiz F. Gülen, 1965 yılında CİA desteğiyle kurulan Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği’nin de kurucuları arasındadır.
2008 yılında Hollanda’daki bir televizyon kanalında tartışmaya katılanların açıklamalarından, bu ülkede de Fethullah Gülenci ekibe milyonlarca Avro’luk yardım aktarılmış olduğu anlaşılmaktadır (9 Temmuz 2008, Cumhuriyet gazetesi). Televizyon programına katılan konuşmacılardan Erik Jan Zürcher’in Gülen cemaatinin gençleri “ideolojik ve psikolojik baskı altına alarak” adım adım “laik düzeni ortadan kaldırma hedefine yürüdüğünü” söylemiş olması, “Modernleşen Türkiye’nin Tarihi”nde “darbecilik” ve “tepeden inmecilik” saptamalarıyla Türkiye’deki emperyalist politikalara esin kaynağı olmuş, Cumhuriyet tarihine olmadık taklalar attırmış olan Şarkiyatçı Zürcher’e pek yakışmamaktadır.
ABD’nin NATO ve CIA çatısı altında yürüttüğü “milliyetçi-İslamcı” çalışmaların bir uzantısı olan Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucu ve yöneticileri arasında Fethullah Gülen dışında, Nihal Atsız’ın kardeşi Nejdet Sançar, Z. Velidi Togan, Peyami Safa gibi adlar da bulunmaktadır.
Fethulah Gülen’in bugünkü politik yapısı göz önüne alındığında “milliyetçi-muhafazakâr” ya da “Türk-İslamcı” kanadın hangi politik evrelerden geçmiş olduğu görülebilir. Bu tarihi gelişimde “kökü dışarıda” bir "din istismarı", “milliyetçilik” ve “siyasal İslamcılık” açıkça sırıtmaktadır.
Bugün, iktidar karşıtı bir tutum içinde görülen kimi “milliyetçi” çevrelerin tarihi de ilginç işbirlikçilikler ile yüklüdür. “Mart 1941’de Balkanlar’a yapılacak Alman baskını için Türkiye’nin uysal bir tarafsızlığını güvenceye almak söz konusu olduğu zaman, Ribbentrop 9 Mart’ta Papen’e yolladığı bir telgrafta, basının ve radyoda çalışanların parayla kandırılması için birkaç milyonun döviz olarak dağıtılmasını önerdi.
Papen, buna verdiği karşılıkta, istenilen işin başarı ile yerine getirildiğini bildirdi. (Documents on Geman Foreign Policy, Seri D, cilt XII, s 252) (…) Rüşvet dağıtma işini daha sonra büyükelçilik görevlilerinden, Ribbentrop’un kayınbiraderi Jenke yürüttü. (agy, s 278)… faşist dış politikanın yöneticileri, dağıtılan rüşvet parasına uygun makaleleri Türk basınında bulacaklarına artık güvenebilirlerdi.
Türk basını da Sovyetler Birliği’ndeki savaşın ilk aylarında oradaki çarpışmalar konusunda yalnız Alman haberlerini yayınlıyordu.” (Johannes Glasnek, Türkiye’de Faşist Alman Propagandası, s 24-25)
Türkiye’de, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra başlatılan, yurdun dört bir yanına bedava dağıtılan gazete işi hangi paralarla başarıldı, bu televizyon kanalları arka arkaya nasıl kuruldu diye sormak gelmedi kimsenin aklına. Ne Cumhuriyet’in savcılarının, ne esip gürledikçe etnik kimlikler üzerinden kavgalar çıkarmaya çalışan, demokrasi ve insan hakları nutukları atan dönek ve sahte solcuların, liboşların…
Türkiye siyaset sahnesinin Batılı gizli servislerle dirsek temasını ve cukka götürme yollarını hiç ihmal etmemiş sağ kesimleri, yüz yıldır sol için “kökü dışarıda” deseler de, asıl kökü dışarıda olanlar Cumhuriyet karşıtı, emperyalizm yandaşı sahte milliyetçiler, sahte dinciler ve sahte demokratlardır.
Onlar “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” hesabını iyi bilerek birilerini “vesayetçilik” ile suçlarlar. Asıl vesayetçi ve darbeci olanlar kendileridir oysa. CİA’dan İntelligence Servise, oradan MOSSAD’a, onlar emperyalizmin gizli açık servisleri tarafından beslenir, başı türbanlı Merve gibi, doğrudan ABD Başkanı’na bağlı ACRFA (Dış Ülkeler Din Hürriyeti Danışma Komitesi) tarafından ülke ülke dolaştırılıp din hürriyeti için konuşmalar yaptırılır…
Bu ülkede zamanında Sovyet bürokrasisinin Bizim Radyo memurluğuyla geçinen bir avuç sahtekârı, bir avuç provokatör ve etnik kimlikler üzerinden politika yapan milliyetçi grupları soldan saymazsak, Türkiye solu yüzde yüz yerlidir, onurludur…
17 Aralık 2013’ün yıldönümünde patlak veren olaylar üzerine yapılan yorumlarda da görüldüğü gibi, körler ile sağırlar bugüne kadar demokrasi oyununda birbirini ağırlamıştır. El birliği ile AKP’yi kurulduktan altı ay sonra iktidar yapmışlar, el birliği ile CİA ve ABD sermayesinin Asya’ya, Afrika’ya uzanması, oradaki işbirlikçilerin iktidara oturması için güç, eylem ve çıkar birliği içinde olmuşlardır.
El birliği ile el kadar bebelerin başını örtme kampanyaları yürütmüşler, kadını bir kullanım nesnesi olarak eve kapatma politikalarının sözcülüğünü üstlenmişlerdir.
Balyoz, Ergenekon, Casusluk gibi davalarla doksanlı yıllardan sonra ABD’nin kanlı Orta Doğu politikalarına ayak diremeye kalkışan orduyu birlikte teslim alıp iyiden iyiye ABD güdümündeki memurları egemen kılmışlardır.
Irak petrolleri ve Suriye'de göz dikilen bazı hedefler ABD'nin işbirlikçisi gruplar arasında çıkar çatışmalarına yol açınca kirli çamaşırlar da ortaya serilmeye başlandı. Kavganın kaynağı dinsel bakış farklılığı ya da ahlâk anlayışı değil, menfaat çarpışmasıdır.
Bir yıl öncesinde yatak odalarındaki para sayma makineleriyle, yüzlerce milyarlık kol saatleriyle herkesin gözünün önünde ayyuka çıkan, devamında bin yüz küsur odalı kaçak saraylarla, yabancı ülke bayrağı çekilmiş oğul gemileriyle basında, devletin en yetkili yerlerine yüksek ücretlerle atanmış torpilli akrabalarla kör gözlere bile batan, bugün karşıt bir hareket olarak “devletin ele geçirilmesi” savıyla başlatılan soruşturmada ortaya dökülen kirli çamaşırlar Cumhuriyetimizin hangi sarmallar içinde yok edilmeye çalışılmakta olduğunun da açık bir gösterisine dönüşmüş durumdadır.
Ne diyelim; “Yazıklar Olsun!” bunlara inananlara ve oy verenlere, bu kirli oyunlara demokrasi ve insan hakları adına katılanlara, taraf olanlara…
15 Aralık 2014 -- Alper Akçam 0 532 7650723