DÖRT BÜYÜK MESELE
İslâm tarihi boyunca yaşadığımız ama bugünkü medeniyet buhranı sürecinde sürgit yoğunlaşan dört temel yakıcı meselemiz var. Bunları başlıklar hâlinde şöyle özetleyebiliriz:
Birinci mesele: İslâm tarihinde de, günümüzde de İslâm düşüncesinin en temel açmazı, tenzîhî boyutun -haklı gerekçelerle de olsa- biraz ifrat boyutlarında baskın kılınması, teşbîhî boyutun ihmal edilmesi.
İkinci mesele: Vahiy-sonrası sürecin, (peygamberî şuur›un hayat hâline getirdiği ilâhî şuur›la donanan beşerî şuur›un varlığı vidanla teçhiz ettiği, varoluşu şiire durdurduğu) medeniyet süreci olduğu gerçeğinin bihakkın idrak edilememesi.
Üçüncü mesele: Kozmos / bütünlük fikrine dayanan Medeniyet fikri›nin sadece İslâm›a özgü olduğu, kısmen Doğu / hikmet geleneklerinin ama özellikle de kaos fikrine dayanan pagan Batı sivilizasyon tecrübesinin medeniyet olarak nitelendirilemeyeceği gerçeğinin henüz kavranamaması.
Dördüncü ve en önemlisi ise, Fahr-i Kâinât Efendimiz'in, tenzîlî âyet'le tekvînî âyet'i bizatihî hem şahsında, hem de risalet sürecinde buluşturarak, üçüncü alan olarak adlandırdığım ve bizzat medeniyet sürecinin tahakkuk ettirildiği teşbîhî alan'ın nasıl hayata geçirileceğini, dolayısıyla beşerî şuurun nasıl İslâmî bir hayat inşa edeceğini; yani hem münferit müslim şahsiyetin inşa edildiği ve ilâhî şuurun vücut bulduğu (mekke süreci), hem müşterek mümin şahsiyetin inşa edildiği, ilâhî şuurla donanan peygamberî şuurun vücut olduğu (medîne süreci), hem de kürevî muhsin şahsiyetin inşa edildiği / edileceği, ilâhî şuurun vücut oldurttuğu peygamberî şuurla mücehhez olan beşerî şuurun, -vahyin kesildiği, peygamberin olmadığı bir zaman diliminde- vecd hâlinde tahakkuk ettirildiği (medeniyet süreci) bu üç düzlemde zaman-mekân boyutlarının nasıl İslâmîleştirileceğini sadece bilkuvve (tenzîlî âyeti tebliğ etmekle yetinerek) değil, aynı zamanda ve münhasıran da bilfiil (tekvînî âyete dönüştürerek) 23 yıllık bir sürece yayarak teşbîhî / beşerî bir çaba gösterdiği gerçeğinin farkına varılamaması...
Burada başlıklar hâlinde zikrettiğim üç hayatî mesele de aslında dördüncü meselede çeşitli şekillerde münderiçtir.
MEDENİYET VE SÜNNET-İ SENİYYE
İmdi, diğer üç meseleyi de zihnimizin bir köşesinde tutarak, bu dördüncü mesele üzerinde birkaç kelâm edelim.
Müslümanların en temel meselesi, bir meselelerinin olup olmadığını idrak edip edememeleri meselesidir. Eğer mesele edinmeye değer bir meselemizin olduğunu bihakkın müdrik olabilirsek, bu meselenin bize yükleyeceği mesuliyeti de, bu mesuliyetin sorduracağı temel sualleri de vukûfiyetle idrak edebileceğiz ve sorabileceğiz, demektir.
Meselemiz, -tıpkı Efendimiz gibi- hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeden, her tür bedeli ödemeye her ân hazır olduğumuz şuuruyla, önce İslâm'ı hayatımızda hayat buldurtmak, sonra da hayatımız oldurtmaktır. Hem münferit, hem müşterek, hem de kürevî düzlemlerde. Ama öncelikli olarak münferit düzlemde.
İşte bu, medeniyet sürecinin mekke ve medîne süreçleri ekseninde hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir ancak. Bu noktada, yegâne kılavuzumuz, Efendimiz›in (sav) sîreti ve sûretidir. Çünkü Hz. Peygamber, âyette de sarahaten beyan edildiği üzere, Hakk›ın aynası, hakîkatin tebeddünü (bedenlenmiş nümûnesi) «aydınlatıcı» bir kandil›dir (sirâcen münîrâ / Ahzab: 46).
45. âyet-i cemîlede ise, peygamberimizin vasıfları, 'şâhid, mübeşşir ve nezîr' olarak zikredilir. Medeniyet fikrinin geliştirilmesinde de, bu fikri peygamberî sözü ve soluğu kuşanarak hayata geçirmemizde bize öncülük edecek öncü varoluş kuşağının hazırlanmasında da âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz'in bu vasıfları, temel kalkış noktamız olmak zorundadır.