Yapılan bu haberleri kendi siyasi ikballeri için kullanan ve Kamuoyunda halkı yanıltmak amaçlı açıklamalar yaparak ırkçılığı körükleyen CHP'li yöneticiler ile yandaş geçinen bazı basın organlarına bir basın açıklamasıyla cevap verdi:
İşte Ardahan AK Parti Milletvekili Prof. Dr. Orhan Atalay'ın Basın açıklaması:
Değerli Ardahanlılar!
Haftasonu Ardahan’da gerçekleştirdiğimiz İl Danışma Kurulu toplantısında yapmış olduğum konuşma ile ilgili bazı yerel basında çıkan bazı haber ve yorumlara ilişkin bir basın açıklaması yapma gereği hasıl olmuştur.
Öncelikle ifade etmem gerekir ki, ilgili tepkilere neden olan söz bana ait değil, orada bulunan bir gazetecinin kendi çıkarımı veya yorumudur. Benim konuşmamı bir salon dolusu insan dinlemiş, ayrıca ilgili gazetede de video olarak yayımlanmıştır. Konuşmamla ilgili yorum yapanlar keşke o konuşmayı bizzat dinledikten sonra söylediklerini söylemiş olsalardı. Bir saate yakın süren konuşmamdan tek bir cümle dahi dinlemeden, başkasının yorumunu benim sözümmüş gibi gazetesine başlık yapanlar ile bu gazete başlığından hareketle yorum yapanlara cevabım şudur: Birisi hakkında konuşmadan önce size ulaşmış bilgiyi veya haberi iyice araştırmak, her insanın en temel ahlaki ödevi ve görevi değil midir?
Üzülerek görüyorum ki, son günlerde birileri gelecekte düşledikleri siyasi ikballerini çok ucuz ve o oranda da sefil bir kara propaganda üzerinde inşa etme gayretine soyunmuşçasına şahsıma bir takım yalan ve yanlış sözler nispet etme gayreti içine girmişlerdir. Oysa bilmeleri gerekir ki, Hz. İsa’nın dediği gibi hakikat dağın başındaki bir şehir gibidir, hiç kimse onu gizleyemez.
Vekil olmadan önce yazdıklarım ile vekil olduktan sonraki konuşmalarımın tümü internet ortamında mevcuttur, dileyen herkes rahatlıkla ulaşabilir, konuşmalarımı dinleyebilir, kitap ve makalelerimi okuyabilir.
Değerli hemşerilerim!
Şunu bilmenizi isterim ki, bir kasaba politikacısı olmaya asla tenezzül etmeden sadece üstlendiğim vazifeyi icra etmek istiyorum. Bu nedenle de tarihsel ve toplumsal sorumluluğunun farkında olan herkes gibi konuşulması gerekenler hakkında düşüncelerimi açıklamak zorundayım. Çünkü Hz. Ömer’in dediği gibi, konuşmayanda da dinlemeyende de hayır olmadığına inanıyorum. Kimsenin keyfine göre konuşacak halim olmadığı için söylenmesi gereken bir söz varsa, onu da hiçbir şahsi kaygı, ikbal, endişe ve korku duymadan söylemem gerektiğine inanıyorum.
Gerek Kızılcahamam’da ve gerekse Ardahan’da yaptığım konuşmada söylediğim şudur: Önyargılardan, yalan-yanlış ve eksik bilgilerden arınmış her akıl ve vicdan sahibinin de kabul edeceği üzere, bu ülkenin dününü ve bugününü doğru okuyup yarınını da daha sağlıklı tasavvur etmek her sağduyu sahibinin en temel vazifesidir.
Bu vazifenin bilinci ile hareket ettiğimizde bugün kucağımızda bulduğumuz ve bizden acil çözüm bekleyen temel sorunların bir tarihi arka planı olduğunu, dolayısıyla onu kavramadan doğru çözüme ulaşamayacağımızı düşünüyorum.
Bana göre İttihatçıların iktidarı ile başlayıp CHP’nin tek başına devri iktidarı boyunca sürdürdüğü yanlış politikalar yüzünden bu ülkenin birlik ve bütünlüğü ciddi oranda zarar görmüştür.
Bu zarar dünde kalmış olsaydı bugün onları konuşmamızın bir anlamı olmayabilirdi. Ne var ki, kurucu ideoloji olarak o süreç Ak Parti’nin bütün iyi niyetli çabalarına rağmen devam ediyor. Öyle ise bu ülkenin her sağ duyulu insanı ‘Dün ne oldu?’ sorusunu önce kendi vicdanına sormalı, sonra da kendisini ötekileştirilenin yerine koyup yapılanların doğru olup olmadığına karar vermelidir.
Peki dün ne olmuştu? Hemen söyleyeyim dünü ile yüzleşmekten sürekli sarfı nazar eden, düne dair bir şey duymak istemeyen CHP bu toplumun en tabii doğasını ve dokusunu zorla değiştirmek gibi bir cinayet işledi. Bu cinayet, toplumun ama her kesimiyle dinini, dilini, alfabesini, kültürünü, tarihini, mimarisini, kılık kıyafetini, simgelerini ve hatta müziğini dahi ortadan kaldırmayı bir çağdaşlaşma projesi olarak yürütmüş, bu uğurda ülke insanının tamamına ağır bedeller ödetmiştir. Çünkü bu kafa Atilla İlhan’ın deyimiyle divan şiirini veya Klasik Türk Musikisini Sophokles’e, Mevlana’yı Dante’ye, Mimar Sinan’ı Leonardo’ya veya Itri’yi Bach’etercih etmeyi çağdaşlık, kendi temel değerlerimizi sahiplenmeyi ise gericilik diye ayıplayarak lanetlemiştir.
Aynı mefluç zihnin işlediği bir başka cinayet daha vardı ki, o da ülkemin farklı sosyolojik unsurları arasındaki bağı zayıflatarak kopartmak istemesiydi. Akif’in ifadesi ile sapsağlam iken halkın erkanını yıkan bu kadro müşterek din, tarih, kültür, medeniyet ve gelecek tasavvuru bağları ile müttehit olan bu millete kavmiyetçilik denilen bir illet bulaştırdı.
Böylece bin küsur yıl boyunca içinde birlikte yaşadığımız o koca daireyi, çoğumuzu dışarıda bırakan küçücük bir kareye dönüştürdüler. Ve binbir hile ile, zulüm ile yaptıkları şey, gerçekten‘ayıptı, günahtı, zulümdü’.
Ne var ki, o lanetli illet zamanla kendi karşıtını doğuracak, besleyecek ve büyütecekti. Bugün ülkenin geleceğini tehdit eden bu fitne, tıpkı karşıt yönden esen iki rüzgar arasında kalmış ateş misali, büyüme istidadı göstermektedir.
Bunun bu şekilde devamı halinde ülkede yaşayan herkesin aynı oranda zarar göreceği, hiç kimsenin bundan kurtulamayacağı, böylesi bir fitnenin bu toplumun kıyameti olacağı konusunda hiçbir kuşku duymayan her sağduyulu gibi benim de mücadelem elbette ki bu ateşin hârını azaltmak ve söndürmeye çalışmaktır. Çünkü hiçbir hayır taşımadığına inandığım şer yüklü bu rüzgarların hızını düşürüp normal bir iklim vücuda getirmenin çözüm için en doğru çıkış noktası olduğuna inanıyorum. Bu çaba dahilinde bir kavmin ötekisine üstünlüğüne dayalı bir yapıyı, söylemi veya kuruluşu eleştirmek kadar tabii bir şey olamaz.
Düşüncemi açıkça ifade etmem gerekiyorsa diyeceğim şudur: İttihatçı kafanın ‘Türk’ kavramı ile kast ettiği şey ile Anadolu’nun saf-masum gariban Türkünün anladığı şeyin aynı olmadığını düşünüyorum.
Çünkü Anadolu Türk’ünün olmazsa olmazı olan dini, tarihi, medeniyeti, kültürü onların telaffuz ettiği ‘Türk’ kavramı içinde yer almaz. Çünkü o çerçevesiyle bu kavram bütünüyle seküler, laik, beyaz ve özellikle de İslam’dan hiçbir renk, koku ve hatta gölge bile taşımıyordur.
Tıpkı Kürt ulusalcıların ‘Kürt’ kavramının içini Kürtlerin değerlerinden arındırdıkları gibi. O yüzdendir ki, öylesi bir Türk olmaktan da böylesi bir Kürt olmaktan da Allah’a sığınırım.
Çünkü aklım, vicdanım, bilgim, dinim, kitabım, peygamberim, tarihim kısacası inandığım ve bildiğim her disiplinin bana söylediği şey; insanların tıpkı bir tarağın dişleri gibi eşit oldukları, Arab’ın Acem’e, Beyaz’ın Siyah’a hiçbir üstünlüğünün olmadığı, tüm insanların Adem ve Havva’nın ortak çocukları olarak neseben, Müslüman olmaları halinde ise ayrıca dinen kardeş olduklarıdır.
Kızılcahamam’da da Ardahan’da, dün de bugün de söylediğim ve yarın da savunacağım düşüncelerimin ana çerçevesi budur. Her kim, bu çerçevenin dışında kalan veya bu düşünce ile açıkça çelişen bana ait tek bir cümle bulur ve ispat ederse, bırakın siyasetten çekilmeyi, önce insanlığımı sonra da Müslümanlığımı yenilemek için tüm ülkenin huzurunda tövbe edeceğime söz veriyorum.
Aksi takdirde şahsıma bu denli sefil bir isnatta bulunanlara hakkımı helal etmeyeceğim.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.