Bu ilin bilinen tarihi 1578’den beri Türk-Osmanlı yurdu olarak Türk devletli düzenin bir parçasıdır. Yazık ki yaşayan tek eseri yok! 40 küsur yıl savaş tazminatı olarak işgalde kalmış, nüfuzunun büyük bir bölümünü, işgalin-esirliğin ilk üç yılında göç vermiş, “yükte hafif pahada ağır” varlıkları olanlar gitmiş, toprağa bağlıları ve yoksullarıyla, varlıklı da olsa bu vatan parçasına yurt diye sarılanları kalmış!
Bu kalanlar ruhlarını tutsak etmemiş, Kurtuluş Savaşı başlamadan ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce ‘Cenub-i Garbi Kafkas Hükümet-i Cumhuriyesi’ adında, işgal altında bağımsızlık kurmuş ve kurulacak merkezi Türk devletine katılmak amacını da ilan etmiş esaretten kurtulma savaşını, daha ilk günden, merkezi devletinden koparıldığı halde bölgesel olarak, Kurtuluş Savaşından önce başlatmışlardır. Hepsi birer kahraman yurtsever olan bölge insanı, gururla ve rahmetle andığımız ve mücadelelerini töremelerimize aktardığımız rehberlerimizdir.
Bu ilin tarihinde, devletine isyan hiç yoktur; hep kendinin saydığı devletine bağlılıkla, yoksunluklarını da hoş görü ve sabırla sineye çekmiştir. 88 yıllık Cumhuriyet Türkiye’sinde de silahsız sınır bekçiliğine gönüllü olmuş, ekonomik zorluklar yüzünden ve eğitim-sağlık gibi konulardaki hizmet eksikliğinden ötürü, son 30 yılda hızla göç vermiştir.
Yavaş yavaş makus talihini yeneceğini ümit ettiğimiz gelişmelere gebe bu İl’i ve ilçesi Çıldır’ı da; Açılacak Demiryolu kapısı, Kara Hudut Kapısı, Üniversitesi, buraları ‘son nokta’ olmaktan çıkarıp, Asya-Avrupa hattının ortasında, bu dünyanın merkezinde bir yer konumuna getireceği umuduyla, göçün de önüne geçecek, devlet yatırımlarının da eksiklerinin telafi edileceği yer konumuna taşıyacak beklentisindeyiz.
Peki çocukları yeterli eğitim almaz ise bu üniversitede başkaları okuyacaksa, bu kapılardaki canlılıktan başkaları yararlanacaksa, bizim insanımız, sadece hayvancılıkla uğraşarak bu olup bitenleri seyretmekle yetinecekse, bize ne bunlardan?
Köylerinde birleştirilmiş sınıflarda, tekstil teknisyenlerinden, muhasebe-pazarlama yüksek okulu mezunlarından ve hatta lise mezunu olan ‘ücretli öğretmen’lerden ne öğrenecekte yüksek okul-üniversite okuyup meslek sahibi olup hayata nasıl tutunacak bu çocuklarımız? Bir öğretmen, allem-i cihan olsa ne yazar birleştirilmiş sınıfta? Hangi birine yetişip, müfredattaki konuları öğretecek ve ayrıca bu çocukları eğitecek?
Niye ülke ve dünya çapında fizikçiler, matematikçiler, sosyologlar, edebiyatçılar, ihracatçılar, sanayiciler, sporcular, siyasetçiler, idareciler vb. yetişmesin bu çocukların arasından?
Hep kolejlerde çocuğunu okutanların çocuklarımı yönetecek bizleri?
Sadece; Camiye cemaat, kışlaya asker, kahvehaneye müşteri, hanede hanım mı yetişecek bizim çocuklar yalnızca?
Hayvan yetiştirip, hastasını keseceğiz, sağlamını beyzadelere besleyip göndereceğiz, dertlenip sigara içtikçe vergi ödeyip Allaha şükredip sabretmekle mi geçecek çocuklarımızın ömrü de?
Somut konuya gelecek olursak, Çıldır Aşık Şenlik beldesinde yapılacak olan ilköğretim okulu için takınılan KASITLI tutum, içimizde, adlandırmakta zorluk çektiğimiz duyguları kabartıyor!
2009-2013 İl Özel İdaresi Stratejik planı, İl Genel Meclisi’nce şekillendirilince, Milli Eğitim planına ilişkin yapılan ilavelere bakılırsa, birleştirilmiş sınıf uygulamasının sonlandırmak hedefi hakkındaki karar görülecektir.
2010 yılı yatırım programına konulan bu okul 12 derslikli idi ve Nisan 2010’da kişisel tutumlarla ve kasıtla hazırlatılmış İlköğretim Müfettişleri raporuna dayanılarak, İl Milli Eğitimi-Valilik tarafından bakanlığa teklif edilmedi. Ekim 2010 tarihli yeni rapor ve Nisan 2011’deki Bayındırlılık raporu bu kasıtlı tutumu her ne kadar kırdı ise de bu kez, Valiliğin meclise sunduğu, meclisin şekillendirerek 2004-45 kodlu tip proje olan 3.652 M² kapalı alana sahip bir okul kararını İl Valisi de onayladı.
Şimdi ihale edilen okul 1.050 M² kapalı alanlı, hiçbir sosyal imkânı olmayan, mevcut 11 şubeye karşı 8 şube kapasiteli bir okul. Bu okul yalnız Aşık Şenlik öğrencilerini okutacaksa yeterli. Peki, hinterlandında bulunan 8 köyün birleştirilmiş sınıflarda geleceği karartılan köy çocuklarına bu kötülüğü niye yapıyorsunuz?
Kimse kimseyi sevmek zorunda değildir. Nejdet Kanbir’e kini olanlar orostopulluk etmeyecek, sinsilik etmeyecek, Nejdet Kanbir üzerinden topluma, geleceğimiz olan bu köy çocuklarına da kötülük etme hakkına sahip olamaz!
Ön yargı iyidir; ama bu yangıyı taşıyan açısından değil; hakkında yargı oluşturulan açısından; çünkü yargı sahibini açık düşürür!
Solcu olduğum biliniyor; peki sizler, solculuk hakkında ve solcu Nejdet Kanbir hakkında nasıl bir ön yargıya sahipsiniz?
Bu gün benim beldemden olan, bildiğim hiç vali-kaymakam-milli eğitim müdürü, bayındırlık müdürü yok!
Ama tarihinde de hiç “GILAVA”sı yok bu beldenin!
Ama Aşık Şenlik’i ve Aşık Şenlik’i fikri ve manevi önderi saymış yiğitleri-milisleri-kahramanları var!
İşgalde şehit olmuş yurtseverleri yatar Aşık Şenlik mezarlığında. Ermeni çetelerinin katlettiği komşu köyün, teslim olmamış yiğitlerinin mezarları bu köydedir. Bu mezarların yanında, Çarlık Rusya’sının askeri idarecisi olan Naçelnik (Neçellih)’e karşı kıçını mühür yapmış; köy imamının eşi! muhtar Deli Zöhre yatar!!!
Bunun anlamını çözebilir misiniz? Anlatmak bizi yormaz ama yazılı olmayan bu tarihi anlamak çoğunu yorar.
“Atdıya Çıkmak” ne demektir bileniniz var mı?
Düşman çetelerine karşı köylerini korumak için gece baskınlarından, eli silah tutan erkeklerin, gönüllü olarak sabahlara kadar at sırtında dağlarında dolaştığını, biz büyüklerimizden dinledik, çocuklarımız bizden dinliyor! Bu “Atdıya Çıkmak”tır!
Cumhuriyetten öne-işgalde de- medresesi olan bu belde, 1924 yılında ilkokuluna kavuşmuş, ovadaki ilk cami, ilk okullu yerdir. Kadın hocalarda kız çocuklarını tarihinde okutmuştur. Bu gün bu beldenin sorumluluğu, tarihinden de kaynaklı olarak, çevresindeki birleştirilmiş sınıf uygulamasıyla ufku karartılan köy çocuklarının sorumluğunu hakkıyla yerine getirmelidir.
Buna direnen idarecilerin amacı nedir acaba? Hangi hakla ve hangi hukuki dayanakla, devletin-milletin imkânı, milletin evlatlarından esirgenmeye çalışılıyor?
Düşmanı olduğu zaman kendi içinde barışık olan bu toplum, düşmansız kalınca kendi içinde bölünmüş, bir birine düşman olmuş; idareci bunu görecek ve buna alet olmayacak!
Kısır yerel siyasetin sinsilikleri, idareciyi hak ve hukuktan uzaklaştırmayacak!
Biz haklıyız ve hak bellediğimiz yolda sonuna kadar yürüyeceğiz. Haksız ve hukuksuz bir talebimiz yok! O zaman çekinecek bir şey de yok; talebimizin yerine gelmemesi için de hiçbir neden yok-kasıt varsa da hak ve hukukla aşmamak mümkün değil diye düşünüyorum.
Bir il müdürü, bir genel sekreter, nasıl bir kaymakamın adamı olur?
Yanıt; makamlık imkânlarını –maddi ya da değil- kişisel ilişkilerinde peşkeş çekmekle!
Tekrar anmak hoş olmasa da insan mecbur kalıyor; malum giden kaymakam, ilk görüştüğümüzde; “benim ilde üç adamım var, Milli Eğitim İl Müdürü, Bayındırlık İl Müdürü (giden) ve İl Özel İdaresi Genel Sekreteri” demişti. Şaşkınlığımı, devletin ildeki en yüksek temsilcisine aktarmıştım.
Görünen o ki, kendi gitti adamları (nın ikisi) kaldı yadigâr!
O’nun güttüğü kin, adamları aracılığıyla sürüyor.
Bir cephe varsa, kişisel kinle örülmüş bana karşı, toplumun suçu ne?
Ama maksat toplum nezdinde yıpratmak ve siyaset cephesi haline getirmekse; eyvallah! Biz hak bellediğimiz yolda sonuna kadar yürüyeceğiz!
Toplum, hukukla da tabi ki, bildiğim her şeyi, öğrenmeye devam edecek! Örneğin 2009 yılı İl Özel İdaresi Denetim Raporu, bu yazı yayınlandığı sırada Başsavcılık tarafından incelenmeye alınmış, İç İşleri Bakanlığı içinde yolda olacak.
İlla inat edilecekse, bizden daha haklı inada sahip kişi ya da kurum yoktur.
Ama çözüme yönelik adım atılacaksa, katkıda ve dünü unutmada bizden yüce gönüllüsü varsa hürmet duyarız! 26.07.2011
Nejdet Kanbir