Cezayir'de demokratik seçimlerle iktidara gelen İslami Selamet Cephesi FIS, 1992'de askeri darbe ile engellendi. Fransa ile birlikte yine İsrail aşırı sağı işin içindeydi. Darbe sonrası başlayan iç savaşta 200 bin kişi hayatını kaybetti.
Mısır'da Müslüman Kardeşler'in, ilk kez iktidara gelmesi, hem Mısır'ın hem de bütün bölgenin değişmesi anlamına geliyordu. Kitleler sokaklara dökülerek darbe için kullanıldı. Mısır halkı istemiyor dendi ve askeri müdahale oldu. Ama gerçekte istemeyen Mısır halkı değil, 28 Şubat'ı yapan merkezlerdi. Planı yine onlar yaptı, Suud parasını kullanıp kanlı bir 28 Şubat tezgahladılar.
Aslında bu üç müdahale Ortadoğu'da, 20. Yüzyıl'ın başlarında şekillendirilen statükonun değişmesi için mücadele eden bölge insanına karşı uluslararası müdahaleydi. Teorik altyapısını İsrail aşırı sağı oluşturuyor, ABD ve Avrupalı müttefikleri siyasi eylem planını uyguluyor, masraflar da bölgedeki garnizon rejimlerden tahsil ediliyordu.
Elbette o statüko değişmeliydi ama değişimi, yeni güç haritasını yüz yıldır bölgeyi dizayn edenler belirlemeliydi. Değişimi yönetemedikleri zaman bütün bölgenin ellerinden çıkacağını biliyorlardı. Monarşileri, diktatörleri, otokratik rejimleri hep bu amaçla desteklediler, ayakta tuttular.
Ama bence zorlanıyorlar. Mısır'daki gibi darbe yönetimlerinin bu yüzyılda çok kısa ömürlü olacağını bilmeleri gerekiyor. Kitleleri yönetmenin otuz yıl önceki kadar ya da İran'da Musaddık'ı devirdikleri dönemdeki kadar kolay olmayacağını bilmeleri gerekiyor. Bu yolla, bölgeyi ellerinde tutamayacaklarının hesabını yapmaları gerekiyor.
Görüyoruz ki, yapmıyorlar. Eski yöntemlerin dışında yeni yöntem keşfedebilmiş değiller. Artık darbecileri de yaşlandı, sermayedarları da o ülkelerde tekel olmaktan çıktı. İdeolojik olarak, felsefi olarak da bölge insanına verebilecekleri hiçbir şey kalmadı. Bu coğrafyaya ihraç etmeye çalıştıkları değerleri, ki aslında bir yanılsama, kendileri çiğnedi. İtibar ve güvenilirlikleri sıfıra indi.
Aslında 28 Şubat, Cezayir'deki darbe, Mısır'daki askeri müdahale, formatları farklı gibi görünse de aynı elden çıkma, aynı adresten gelmedir. Çokuluslu müdahaledir, kitlesel eğilimleri engelleme çabasıdır, halkın direncini kırma planıdır, yüz yıllık sömürü düzenini koruyup kaynakları elde tutma hesabıdır.
Tabii, bölgenin uyanışının küresel iktidarda yol açacağı sarsıntıyı engelleme, Batı'nın küresel düzenini elde tutma çabasıdır.
Bu yüzden, 'Mısır'daki darbenin arkasında İsrail var' sözü son derece doğru bir tespittir.
İsrail bu darbenin her aşamasında vardır. Kendi kaygıları, bölgesel hesapları, Arap-İsrail sorunu, Filistin meselesi, bölgede Batı denetiminden çıkacak iktidarların oluşturacağı tehlike İsrail'i panikletmektedir.
28 Şubat'ın ve 11 Eylül sonrası sınırsız savaşa dönüştürülen küresel 28 Şubat'ın mimarı da İsrail aşırı sağıdır. İslam'ın tehdit/terörle ilişkilendirilmesi, dünyanın onlarca ülkesinde anti terör merkezleri kurulması, dünya genelinde örtülü operasyonlar yapılması, sayısız insanın kayıplara karışması hep bu büyük planın alt unsurlarıdır.
Müslüman Kardeşler'in Mısır'da iktidarın ana ortağı olduğunu düşünelim. On yıl içinde Suriye'de, Sudan'da, Ürdün'de ve daha birçok ülkede, Müslüman Kardeşler gibi İslami eğilimli yapılar iktidara yürüyecektir. Böyle bir çevrede İsrail kendini nasıl hissedecektir. Mesele budur.
Bu yüzden ideolojisini, fikri temellerini hazırladıkları bu büyük projeyi ABD'nin ve Avrupa'nın siyasi, ekonomik ve askeri gücüyle uyguluyorlar. Tabii bölgedeki yönetimleri de bu savaşta cepheye sürüyorlar.
O anti terör merkezlerinin en faal ülkelerinden birinin, bir zamanlar Türkiye olduğunu unutmayalım. İsrail kadar Ürdün'ün de faal olduğunu unutmayalım. İşgalle tehdit ettikleri Suriye bile gizli işkence merkezleri işletmiş, CIA'nın esirlerini sorgulamıştı, hatırlayalım.
Bir örnek daha: Hamas Gazze'de iktidarı ele geçirdiğinde önce ambargo uyguladılar. Sonra Filistin iç savaşı çıkardılar. İç savaşta İsrail istihbaratı ile Mısır istihbaratı alenen silah sevkiyatı yapıyordu. Hamas'ı sindirmek ya da zayıflatmak, mümkünse tasfiye etmek. Gazze'yi yaşanmaz hale getirip insansızlaştırmak ve ciddi bir nüfus hareketliliğinin alt yapısını hazırlamak.. Mısır ve bazı bölge ülkelerinin amacı ile İsrail'in bu savaştaki hedefleri ne kadar da örtüşüyordu. Onlar Hamas tehdidinin İsrail eliyle ortadan kaldırılmasını istiyordu. Alçakça ama son derece zekice bir politikaydı. Bu proje de başarısız olunca doğrudan Gazze'ye saldırdılar.
Ürdün'deki gibi Mısır istihbaratı da büyük oranda İsrail istihbaratı etkisindeydi. Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerilmesine paralel biçimde Mısır-İsrail istihbaratı adeta ortaklığa girişti. Yaser Arafat'ı da aynı kirli ortaklık zehirleyip öldürmüştü. Bölgedeki suikastler, örtülü operasyonlar hep neocon-İsrail aşırı sağı ile onların Avrupalı ve bölgedeki ortakları tarafından yapılıyordu.
Ömer Süleyman'ı ne çabuk unuttuk..
Şimdi bu ortaklığı yeniden kuruyorlar. Başarılı olursa, Mısır halkının direnci ezilebilirse Mısır-İsrail istihbaratlarının bölgede nasıl İslamcı avı başlatacağını göreceğiz.
Şu an yaşananın bir neocon-İsrail aşırı sağı projesi olduğundan kuşkum bile yok. Söz konusu ittifakın, Avrupalı birçok derin yapıyı da yönettiğini biliyoruz.
Bu 'şer ittifakı'nın 28 Şubat'ta yaptıklarının bir başka formatını Türkiye'de yeniden uygulamak istediklerini de gördük. Ne yapabileceklerine kafa yormak gerekiyor. Neler yapabileceklerini biliyoruz. Nasıl karşı durulacağının hazırlığını yapmak gerekiyor.