Bugün “Milli ve Yerli” olduğunu öne süren politikanın, önümüzdeki siyaset günlerinde ittifak yapacağı görülen savunucuları arasında bulunanların kimliklerine baktıkça içimizdeki yaralar kanıyor.
16 Şubat 1969 Kanlı Pazar olaylarında emperyalist ABD 6. Filosuna karşı gösteri yapan masum üniversiteliler ve işçilerin üzerine “din elden gidiyor” yaygarasıyla camilerde toplanan kalabalıkları süren, “Ya Allah Bismillah, Allahü Ekber,” naralarıyla onların üzerine saldırtıp, bıçakla, sopayla iki gencimizi öldürüp yüzlercesini yaralayanların liderleri onların arasında...
Anne karnındaki bebeklerin baltayla parçalandığı, yüzlerce alevi yurttaşımızın hunharca öldürdüğü 1978 Maraş Katliamında perde arkasındaki CİA ajanlarıyla işbirliği yapanlar, o katliam faillerinin savunmalarını üstlenenler, Çorum’da, Sivas’ta yine Sünni fanatizmini kışkırtarak yurttaşlarımızı, aydınlarımızı yakanlar, yaktıranlar, dumanlarda boğanlar, onların yandaşları da o saflarda…
Bizler, 68 ve 78 kuşağının üniversiteli gençleri, “Kahrolsun Amerika”, “Bağımsız Türkiye,” diye sloganlar atarken “Amerika Gitsin Rusya mı gelsin / Allahsız komünistler,” bağırtılarıyla üstümüze saldıranlar, birçok arkadaşımızı, aydınımızı kanlar içinde yerlere serenler, hain tuzaklarda elimizden alanlar da onların arasında…
Onlarca yıl sürdü bu tartışmalar, alnı anasının ak sütü kadar temiz sol ve devrimci kesimden hiç kimsenin Sovyet tarafıyla doğrudan bağı olmadığı, kimsenin oradan beş kuruş para almadığı çok sonra anlaşıldı. 40lı yıllarda Alman emperyalizminin oyuncağı olmuş zamanın “Milliyetçileri” ile 50li yıllardan sonra Fethullah Gülen’in de yöneticisi olduğu “Komünizmle Mücadele Dernekleri”nden bilmem ne cemiyetlerine, vakıflarına kadar İslam simsarlığı üzerinden ABD ile işbirliği yapanların hangi kirli ilişkiler içinde oldukları, Reich altını, Mark ve Dolarlar içinde yüzdürüldüklerini de çok sonra açıkça görebildik. Hâlâ görmek istemeyenler var.
Hele de şu din kışkırtıcılığı üzerinden Orta Doğu’yu kana bulayan ABD emperyalizminin Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma arzusu yok mu…
68 ve 78 kuşağının devrimci gençlerinin en ileri gelenleri, en gözü kara olanları önce Filistin’e gider, ABD emperyalizminin maşası İsrail saldırganlığına karşı Filistin direnişinin, İntifada’nın yanında savaşa katılır, orada can verirdi…
Türkiye’ye dönebilenlerin de açık ve gizli faşist güçler arkasına takılır, yok edilmeye çalışılırdı. Şimdi, ABD emperyalizminin Irak’ı işgali, Suriye’nin parçalanması olaylarında canla başla yer alanların, ABD askerlerinin Türkiye’den geçişi için tezkere oylayanların, nereden çıktığı, nasıl gelişip güçlendiği belli olmayan IŞİD, El Kaide, Nusra gibi İslam istismarı üzerinden terör olaylarında oyuncak olanları destekleyenlerin “Milli ve Yerli” görünüşlü meydan okumaları, Kudüs’e sahip çıkıyor görünmeleri yok mu…
IŞİD’in kalan son kalelerinden ayrılan eli kanlı militanları ABD emperyalizmi korudu; PYD’nin kontrolünde sağ salim çıkarıp bilinmeyen yerlere gönderdiler. Kimin eli kimin cebinde, Allah bilir…
Bu karmaşa ortamında “Milli ve Yerli” geçinen o kesimden birçoğunun “Millet” yerine Sünni İslam üzerinden “Ümmet” kavramını benimsedikleri, ilk tarihi kökleri Muaviye’ye kadar uzanan, kuruluşunda İngiliz emperyalizminin etkili olduğu Müslüman Kardeşler’in Mısır’da kullandığı dört parmağı kullanıp Rabia diye ağlayıp sonradan o dört parmağı “Tek Millet, Tek Devlet, Tek Vatan, Tek Bayrak”a dönüştürenlerin ne kadar milli ne kadar yerli oldukları daha çok uzun boylu tartışılabilir.
Tartışması olmayan tek şey ise, “Milli ve Yerli” görünen bu kesimin başımıza gelmiş birçok acı olaydaki yanılgısı ve sorumluluğudur. MİT’in yıllar önce hakkında uyardığı Zarrab adlı 29 yaşındaki bir bezirgânı bir zamanlar neredeyse kahraman ilan edip bayrak önüne oturtanlar, hakkındaki soruşturma dosyalarını kapatanlar, hatta Zarrab’dan açıktan rüşvet almış olanlar, aynı kişi emperyalist bir tezgâh için ABD’de tutuklandığında Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla iki kere resmi nota verenler de onların arasındadır. Şimdi de “casus ve vatan haini” ilan edildi Zarrab! Zaten öyle değil miydi?
Bu kaçıncı yanılgıdır ülkeyi ve milleti enflasyon darboğazına, ekonomik sıkıntıların cenderesine sokan…
Orta Doğu’daki sıkıntı arttıkça, sayıları yüzbinleri bulan koruma orduları, devlet silahlı güçlerinin ve örtülü ödeneklerin yol açtığı delik büyüdükçe vergileri artırıp, üreticiyi mazot borcuyla boğanlar, işsizlikten kan ağlayan vatandaşın ekmek kapısı, ekonominin can damarı kamu işletmelerini, fabrikalarını satanlar, köylünün malını otardığı, üreticinin kovanını koyduğu yaylaları Katarlı petrol tüccarlarının kâşanelerine açanlar da onların arasında…
Emperyalizmin Finans Kapital sermayesi ile içli dışlı olmuş, bir ayağı binlerce yıldır üreticinin sırtından geçinen din bezirgânı tefeci bezirgân zümre, bir ayağı Arap derebeyliğine dayanan bir kesim asla “Milli ve Yerli” olamaz. Yurtdışına mal varlığı çıkarma, döviz transferi yapma üzerinden atılan nutuklar yirmi dört saat bile geçerliliğini koruyamadı; ertesi gün çark edildi. Bilmem ne adasındaki üç kuruşluk düzmece şirkete gitmiş mi gelmiş mi belli olmayan milyon dolarlar da uluorta ve arsızca dururken…
Bu kaçıncı yanılgı ki…
Devlet kurumlarını ABD emperyalizminin İslam ülkelerine açılmak için kullandığı, CİA’in oyuncağı FETÖ terör örgütüne de bu “Milli ve Yerli” olduğunu iddia eden politikacılar teslim etmedi mi?
Ha, yanılgısı olan yalnız onlar mı? Sosyal demokrat geçinen bazı politikacıların bir emekli vaizin onlarca ülkeye yayılmış etkinliklerini, ekonomik ve siyasi gücünü gördükçe saygı duruşuna geçtiklerine de tanık olduk bu ülkede…
Böyle bir örgüte ait dernek ve kuruluşlardan uzak durmaları gerekirken onlara övgüler dizmeleri, yan yana fotoğraf çektirmeleri anlaşılır gibi değildi…
Hikmet Çetinkaya Cumhuriyet’teki köşesinde tek başına ne kadar çok yazdı FETÖ’nün sinsi oyunlarını, ne kadar çok, açık ve gizli tehditlere uğradı. Sonunda FETÖ’den yargılanmak da Cumhuriyet’e düştü…
Tarihten ders almayan, emperyalizmin iç yüzünü bir türlü kavrayamayan yanılgılar ülkesinde yaşıyoruz.
Genelkurmay kozmik odalarını FETÖ’nün badem bıyıklı ajan savcılarına açanlar da zamanında “laik” oldukları için Batı ve ABD tarafından korunacaklarını, tercih edileceklerini sanmışlardı. Yanılgılarını 15 Temmuz’da yüzlerce yurttaşın ölümüyle, yurtsever subayların zindanlara doldurulmasıyla, ordudan atılmasıyla ödediler. Onlar da çıkıp ortalarda kahramanlık taslamasınlar.
Emperyalizmin sinsi oyunlarının karşısında gerçekten de "Yerli ve Milli” olabilen tek kesim, Kuvayımilliye geleneğini gerçekten de savunanlar ve yüreği bu Soma’da can vermiş kömür işçisinin babasının ayağında gördüğümüz delik lastikli tabloya mahkum edilmiş emekçiler ve üretici halktan yana atanlardır, yurtseverler, devrimcilerdir…
“YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ, GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE…”
Aralık 2017, Alper Akçam
Yorumlar
Kalan Karakter: