Bazen yaşamda yolun bittiği, bazen hayattan kopmanın adresi… Bütün olumsuzluklara rağmen yıllarca yoksulluğa direnmiş, zorluklara göğüs germiş, sınırda her karış toprağına sarılıp “vatan” demiş, o yoksulluğuyla sınırı dimdik beklemiş. Ama sosyal devlet ne yol yapmış ne de arayıp sormuş halini. Daha doğrusu devlet bir tas suya muhtaç etmiş.
Hükümetler bir fabrika yapmamış. Hal böyle iken biri çıkmış elinde umut torbası, çaresizlikle kıvranan bu halka umut dağıtmış. Onların ter temiz duygularıyla oynamış. Onlar da oy vermiş ve bir umut, bir kurtuluş yolu görüp Zübük Ağa’yı mebus seçmişler. Mebus Zübük’ün vaatlerinin yerine tereddütsüz geleceği kanısını taşıyanlar, çocuklarının bir iş sahibi olacağı sevincini yaşayanlar, ahırdan ineğini satıp Ankara’nın yolunu tutmaya başladılar. Gelen giden çok olunca Ardahan’da bir hareketliliktir başlamış. Her gün bir bayramı andırıyor... Ardahan’daki otobüs şirketlerinin yüzü gülmeye başlamıştı. Bu süslü yolcuların karşısında, otobüs şirketleri de gözle görülür değişiklikler yapmaya başlamış, Ardahan Yolları ilk defa “TREVEGO” Yeni otobüsler alınmış, Değiştiremeyenler ise eskilerini boyanmıştı, Dahası kravatlı kaptanlar ve muavinler, çaylar şirketten, Mebus Zübük’ün iyi adamlarına yolda kaptan yemeği yedirmeler…
Yeni bir yaşama sevinci herkesi alıp bir tarafa götürüyordu. Yani Mebus Zübük herkesin hayatına girmiş. Bazen bir umut kapısı, Bazen rüyalarını süslemiş, bazen de umudun tükenişi olmuştu… Borcunu ödemeyen uzun yol otobüs sahibi Kaptan Orhan Cuma Namazı’nı kılarken birden, “Yarabbi Mebus Zübük’ün işini gücünü rast getir. O olmasaydı benim otobüsümü haciz götürecekti, Yarabbi onun ayağını taşa değdirme. Zübük Ağa’mızı muzaffer eyle, Yarabbi!” Kaptan farkında olmadan yüksek sesle dua ederken, birden camide olduğun ve cemaatin kendisini seyrettiğini görünce duasını yarım bırakıp camiyi terk etti.
Eskiden hiç kravat takmayanlar, çok fakirler bile fiyakalı elbiseler, kravat takmaya başlamışlardı. Ardahan o yıl Türkiye’de en çok takım elbise ve kravat satan il olmuştu. Tabi ki Ardahanlılar TBMM’de de el aleme karşı sinek kaydı taraşlı, kravatlı, şık elbiselerle, ayakkabıları boyalı, tok çalımlı sallanacaklardı. Kimilerin meclise hiç gitmemelerinin merakı, bazılarının milletvekilleriyle birlikte yemek yerken yaşayacağı mutluluk, kimilerine verilen vaatlerin yerine getirilmesi gibi umutlarını yeşerten insanlar. Mebus Zübük’ü görmek için TBMM’ye gelince büyük bir yığılma oldu ki mecliste çalışan 550 Milletvekilli de şaşırdı.
O kadar gelen giden var ki; bütün milletvekilleri, bakanlar, büyük bir aşiret ağası olduğunu zannettikleri Mebus Zübük’ten çekinmeye başladılar. Gelenlerin her gün attığını gören ve Artvinli olduğu için hemşehrilerinin de gelmesiyle yarın sorun yaratacağını anlayan Mebus tedbirini almış, hemen bir personeli meclisin giriş kapısına koyup, gelenleri TBMM’nin yemek salonuna alarak ortalığı sakinleştirmeye çalışıyordu. Her gelen heyete yemek yedirdikten sonra sekreterini arayarak, “Bana çabuk Başbakan’ı ve falan bakanı bağla”diyordu. Sekreterine eşini bağlatan Mebus Zübük , “Sn Başbakan veya falan bakanla görüşüyorum” diye insanlara hava atarak verdiği vaatlerin üstünü örtmeye çalışıyordu. Çoğuna “Bakan’la görüştüm. Senin işin yarın değil öbürsü gün yapılacak” diye umut veriyordu. Fakat yarınlar, öbürsü günler, daha doğrusu bitmeyen günler başlayınca gelenlerin çoğu Ankara otellerinde bitlenmeye başlamışlardı. Ankara’ya fiyakalı kravatla gidenler, gelirken kravatsız, saçlı, sakallı, bit pire düşmüş yüzleri bin parça olacak gibi gelince, Mebus Zübük Ağa’nın kirli siyaseti kısa samanda bütün Ardahan’ın diline dolanmıştı.
Ne yazık ki Ankara’ya gidenlerin hiç birinin işi olmamış, hiç kimse çocuğunu işe koyamamıştı. Buna karşın bol bol yemek yemiş, Ankara’nın kirini pasını Ardahan’a getirmişlerdi. Ama ne gariptir ki çoğu kendisine yediremediği için, ağasının aleyhine konuşmuyordu. Her insan bir umutla yaşıyor, ya yaparsa?… Kimileri de Ardahan Halkını kandırdığı için mecburi susuyordu… Ardahan sokaklarında tek gerçeği söyleyen Deli Hemme, bu kirli siyasete bilerek veya bilmeyerek karşı koymaya karar verdiği için, otobüs garajının önünde nöbet tutmaya başlamıştı. Ankara’dan gelen otobüs, daha yolcuları indirmeden Deli Hemme bağırıyor. Deli Hemme; — Gel abi gel ucuz yemek burada. Simsar soruyor: —Deli Hemme bu ne yemektir.? —Ağabey bunlar Ardahan’ın sorunlarını meclise götürdüler. Mebus Zübük’ün ucuz yemeğiyle değiştirip geldiler. Bir yemeğe bu makus tarihimizi değişir miydi? —Oğlum sen deli misin? Bizim yolcularımıza niye hakaret ediyorsun, onlar olmazsa biz ne yapardık. Bırak gitsin sana zararı ne? — Sen ne biçim konuşuyorsun? Ben sükut durayım da bu Ardahan hep geri mi gitsin? Ben sükut durayım da göç yine devam mı etsin, köylerin tamamı mı boşalsın? Ben sükut durayım da benim gibi yoksulluktan bir sürü insan deli mi olsun? —Ulan deli, 40 yılın başında doğru bir kelime söyledin. —Abi, bunlar Ardahan’ın sorunlarını çözmek için Ankara’ya gitmedi mi? —He doğru. —Hani oğullarını, kızlarını işe koymak karşılığında oy vermediler mi? —He verdirdiler. —Hani Ardahan kurtulacaktı? Hani fabrikalar yapılacaktı? Hani Ardahan şantiyeye dönecekti, işsize iş verilecekti? Hani okullar, yollar yapılacak, hani kafamızın tayyareler uçacaktı, sular akacaktı.? —Ulan deli, 80 yıl yapılmayanlar için bekledin. Bu adam yeni seçildi bir nefes ver. — Hani Mehmet dayımın 8 işsiz oğluna iş verecekti? Dayımın iki ineği vardı birini sattı. Onu da otellerde yedi geldi. —Öyle mi? — Hani ben oy verirsem Bakırköy Deliler Hastanesi’ne götürüp iyi edeceklerdi? Gidenler mecliste onun yüzüne tükürselerdi ben de onlara burada Ardahan etinden yemek yedirirdim. — Sus olan deli, sen kim oluyorsun da memleket kurtarıyorsun? Aç karnını doyurmadan yemek yediriyorsun!.. Memleketi kurtarana bak..
Deli Hemme’nin Ardahan gerçeğini anlattığını anlayan Simsar sesini kesti ve ortalıktan yok oldu. Dele Hemme bütün gelenleri böyle rencide ederken, Ankara’dan gelen Mebus Zübük’ün adamları ve oy verenler Deli Hemme’yi görünce saklanacak delik arıyorlardı. Ardahan’a acil telgraf Ankara’yı şaşırtı Çok gelen olunca TBMM’de yığılma olmuş ve aylarca Ardahan’a geri gidemedikleri için çıkan bir sürü dedikoduyu kesmek ve Ardahan’dan gelen telefonlarını susturmak için Mebus Zübük, hemen bir cin fikirle Ardahan köy muhtarlarına ve partililerine birer telgraf çekmiş. Telgraf aynen şöyle; “Benim canım kadar sevdiğim Ardahanlı canlarım. Ankara’ya gelenleri başımın üzerinde ağırlıyorum. Dediğim gibi sizin hizmetkârınızım. Benim canlarıma hiç masraf ettirmiyorum. Ankara’ya Ardahan’ın sorunları için gelen pek yok. Sadece çocuklarına iş için gelenler var. Onlar da sabah, öğle, akşam 3 öğün meclisin yemekhanesinde yemek yiyor. Ben Başbakan’la Ardahan’ın sorunlarını ve gelenlerin işsiz çocuklarına iş bulmak için görüşürken onlar da çaylarını içiyorlar. Ardahan’dan gelen çok olunca, Ankara’da otellerde yer bulamadıkları için, geceleri Meclisin grup odalarında bedava yatırıyorum. Başka ne yapabilirim? Ben sizi sevmekten kendimi tutamıyorum. Sakın tereddüt etmeyin benim canlarım” Zübük’ün mebus olması ve uzun yıllar Ardahan’ı meşgul etmesi, onu Ardahan’ın başına bela eden yılların siyasetçisi Taştan amcayı yatağa düşürmüştü. —Ben bu vebalin hesabını o dünyada nasıl vereceğim? diye sürekli sayıklıyordu Bir gün oğlu: — Baba bize söyleyeceğin bir sözün var mı? —Var oğlum hem de çok… —Nedir baba? —Ben Ardahanlılarla helâlaşmak istiyorum —Peki, ne yapalım baba? —Çağır gelsinler. Köy meydanında onlarla helâlaşalım.
Taştan amcanın oğulları zaman kaybetmeden Ardahan Belediye Reis’ine gitmiş, babalarının son vasiyetini bildirmiş.. Reis de eskiden aynı partili olduğu için o da bir o kadar suçluluk hissediyordu. Bu nedenle belediyenin hoperlörleriyle halkı çağırmış ve günlerden Pazar günü bütün Ardahanlılar Taştan amcanın köyünün meydanında toplanmış. Bir kısmı sandalyede, bir kısmı taş üstünde yerde oturuyorlar. İki tahtanın üzerine koyulmuş Taştan amcayı getirip kalabalığın ortasında bir masanın üzerine koydular. Köyün kadınları, akrabaları ve eşi duvarın dibinde hüngür hüngür ağlarken, Taştan amca sesi titreyerek; “Değerli komşularım” derken gözlerinden burum buram yaş gelmeye başlamıştı. Taştan amca hıçkırıklar tuttuğu için bir zaman konuşamadı. Birden kendini toparladı ve konuşmasını sürdürdü: —Bu mebus Zübük’ü ben getirdim. Ben sizinle tanıştırdım. Ben nereden bilirdim bu kadar bizi kandıracaktı? Şimdi herkes sebep olduğum için bana beddua ediyor. —Köylü Memet emmi: Taştan abi ben size söylemiştim. Bu adam Ardahan’da siyaseti kirletecek ama bana inanmadınız, çoğunuz onun peşinden koştunuz, “Müjde! Müjde Banka borçlarını sildi” diye muhtarlara faks gönderdi. Ben “Devletin işidir” dedim inanmadınız.
Bak hepiniz icralık oldunuz. Devletin valiliği her kuruma gönderdiği veya göndereceği bütün yatırımları “Ben gönderdim” diye telefonlar, fakslarla, SMS Mesajlarıyla Ardahan muhtarlarına, ilgililere ve gurbetteki derneklere bildirerek kendisini bir hizmet adamı gibi gösterdi. Ben “Doğru değil!” dedim, siz ses çıkarmadınız. Su motorlarını getirdi. Elektrikle birkaç köye su getirdi. Şimdi dünyanın elektrik parası geldi. Ödenmeyen elektrik paraları yüzünden sular kesildi. İcralık oldular Ama bana yine inanmadınız. 1992 yılından beri (100 )bine yakın Ardahanlı göç ederken, arkalarından ağıtlar yakıldı, maniler söylendi, destanlar yazıldı. Bayramlarda gurbetten gelip yakınlarının mezarlarını ziyaret edemeyenlerin, gözyaşları sel oldu aktı. Ama göç devam ederken siz yine uyanmadınız. Onu destekleyen muhtarlara verdiği çekler karşılıksız çıkanca, 52 muhtar, 52 cami hocası soruşturma geçirdi. Bu kirliliğe yine seyirci kaldınız. Yalanları ortaya çıkınca üstünü örtmek için “Festival Ağası” oldu, çok konuşan muhtara “Ben maaş almıyorum. Her ay bir köy muhtarına bağışlıyorum” dedi. Bir sürü aslı astarı olmayan sözler, yıkılan hayalleriniz karşısında yine siz partililer sessiz kaldınız. Yoğun göçten sonra oğullarını gurbete gönderip de geri gelmedikleri için yalnız kalan, yıllardır o coğrafyanın yoksulluğuna göğüs germiş ve duvarın dibinde ağlayan yaşlılar görüp selam vermeden yanından geçtiniz.
Ardahan’a köprü, fabrika, hava alanı, baraj, çürük yapılan fakülte binası, 15 yılda bitmeyen Hükümet Konağı’nın önünden geçtiniz yine uyanmadınız. 16 yılda binlerce söz ve gazetelerde beyanat verildi. Ama sanayi sitesi yapılmadı. Binlerce söz verildi. Ama barajlar, hava alanı vs. yapılmadı. Binlerce insan öldü. Onların çocukları evlendi, çocukları oldu. Ama bu vaatlerin gerçekleştiğini görmediler. Siz yine hesap sormadınız. Sınır kapıları Karadeniz lobisinin hatırına başlatılmadı. Ama sekreterin eşinin üzerine TBMM’nin temizlik ihalesini aldırdı. Siz yine ses çıkarmadınız. Orta kentli Temel, banka borçlarını ödeyemeyince inekleri, traktörün römorkuna yükleyip TBMM’nin önüne bırakmak için yola çıkınca önünü kesip, Ankara’ya gitmesini engellediniz. Yine yanlış yaptınız. Yahu kardeşim siz partililer ve biz Ardahanlılar Deli Hemme kadar olamadık. Ardahan gerçeğini görmezden geldik. Sizin sayenizde siyaset bu kadar kirlendi. Şimdi de o dünyaya gitmeye korkuyorsunuz. Arkadaş, ben hakkımı helal etmiyorum. Ardahan’ın çektiği bu sefaletin yüzünden, siz cenneti bırakın cehennemde de yer bulamayacaksınız!.. Bu sözler Taştan emmiyi büsbütün bitirmişti. Memet emminin yoğun eleştirilerine kızan Belediye Reis’i sesini yükselterek: — Yahu adam bizden af diliyor. Sen tek suçlu o gibi yükleniyorsun. — taştan emi; Yavrum, ben nereden bileydim bu soysuz bizim ocağımızı söndürecek. O konuşurken hepiniz inanmıyor muydunuz ki? Benim yüreğim seninki kadar yanmıyor mu?. Göç yüreklerimizi ikiye böldü. Göçten sonra terk edilen yıkık evler, duvarın dibinde benim gibi ölümü bekleyen sahipsiz yaşlıları görüp kahrolmuyor muyum?. Mebus Zübük’ün yaptıklarını anlatırken daha fazla dayanamayan Taştan amca; “Bana hakkınızı helal edin!” dedi ama yoksulluk çeken, çile çeken halktan tek bir kişi bile hakkını helal etmedi. Taştan amca eski partilisi Belediye Reisi’ne yalvarır gibi baktı. Reis yüksek bir taşın üstüne çıktı, ve: —Bu mebus Zübük beni ve bütün partilileri inandırdı. Ama biz Taştan amcadan daha suçluyuz. Etmeyin, eylemeyin, hakkınızı helal edin.
Saatlerce dil döktü ama tek bir kişi bile hakkını helal etmedi. Heyecanlı toplantıdan güneşin yakıcılığın hissetmeyen Taştan amca, daha fazla dayanamayarak hayata veda etti. Köyün hocası gözlerini kapatmak için ne kadar uğraştıysa başaramadı. Ve Taştan amca Ardahanlılara borçlu olduğu için gözü açık, Hakk’ın rahmetine kavuştu. Taştan amcanın ölüm haberi bir şivan’a dönüştü. Bütün köy kadınları beddua etmeye başladılar. “Zübük!.. Zübük!.. Ocağın sönsün! Hani benim çocuğumu işe koyacaktın, hani fabrika yapacaktın, göçü durduracaktın? Sen bizim ocağımızı söndürdün. Bizim gibi yaşlanınca Allah seni de bu duvarların dibinde bıraksın inşallah”. Zübük’ün yaptığı kirli siyasetten herkes nasibini almıştı. Sanki herkes bir rüyadan uyanmıştı. Bir yandan Taştan amcayı kaybetmelerine, bir yandan da haklarını helal etmedikleri için büyük üzüntü duyan Ardahanlılar, Mebus Zübük’e verilen oyların Ardahan’ a bir düşmanlık olduğunu anlamışlardı. Oy verirken imza atan ve parmak basanlar suçlu saydıkları o işaret parmağını kesip sızım sızım sızlıyorlardı. Köyün meydanı kan revan içinde insan parmağıyla dolmuş taşmıştı.
Kediler, köpekler kesilen parmakları yiyip bayram ettiler.. Taştan amca defnetmeye götürülürken biri koşarak geldi. Cenaze törenine katılanların önünde durarak bağırdı. “Durun! Durun! Allah rızasına beni bir dinleyin sonra gömün”. Allah rızası deyince köyün hocasının işaretiyle cenaze bir taşın üzerine konuldu. Gelen adam mezarlığın duvarının üstüne çıkıp elinde ki Mebus Zübük’ün posterini göstererek “Bu adam 15 yıl önce anam ve babamı kandırdı. ‘Senin oğlunu işe koyacağım’ diyerek oylarını aldı. Ama beni işe koymadı. Ben de gurbete gittim. Uzun süre gelmeyince anam ve babam aynı gün kahrından ölmüş. Ben gurbetten geldim, birkaç yaşlının dışında hepsi göç etmiş. Ben tek başıma cenazeleri defnedemem. Bana yardım eder misiniz?” Köylü hep bir ağızdan “Tamam” dedi. “Bir isteğim daha var; Babam anam ve Taştan amcada aynı dertten öldüğü için üçünü de yan yana gömebilir miyiz?” Köylü hep bir ağızdan “Tamam” dedi. Ve üçünü de yanyana köyün mezarlığına defin ettiler. Taştan emmi, Mebus Zübük’ün yüzünden yok yere, o dünyaya binlerce insanın ahını alarak borçlu giderken; bir sürü Zübük peydahlandı. Ondan sonra Ardahan bir türlü yoksulluktan yakasını kurtaramadı. Mustafa KÜPELİ mustafakupeli36@gmail.com