Son kitabı Bir Dil Niye Kanar'daki billur Türkçesi, acılarını acılaşmadan dile getirebilmesi, Kürt sorununa dair merhamet ve aklı selim odaklı fikirleriyle ufuk açıcı bir söylemi var. Siyasal Bilgiler okumuş ancak edebiyatçı mayası daha baskın. Bu söyleşide, hem Hakkari'de başlayan geçmişine bir yolculuk yaptık, hem de güncel meseleleri irdeledik. Kızılkaya, dağdakilere, "Kimse benim adıma ölmesin, mahşerde yakama yapışılır sonra" diyor. BDP'ye ise "Rakibiniz Ak Parti değil, resmi ideolojidir" diye sesleniyor. Ona göre devlet Apo'yu resmen muhatap alamaz. Ama bunu gayri resmi yollardan yaparsa savaşı bitirebilir. -"Bir Dil Neden Kanar" adlı kitabınız, okuduğum ilk kitabınız. Türkçenizdeki billurluğa hayran kaldım. Siz Türkçeyi dayak yiyerek, kendi anadiliniz nedeniyle şiddet görerek öğrendiniz. Buna rağmen, Türkçeye düşman olmadığınız gibi onu bu kadar güzel kullanabilmeyi nasıl açıklıyorsunuz? -Teşekkür ederim. Bunu iltifat olarak kabul ediyorum her şeyden önce. Düşünmeyi öğrenmeye başladığım andan itibaren Türkçe yazan bir yazar olmak istiyordum. Yazar oldum mu bilmiyorum. Ama hayatım boyunca hep yazarlığın öğrencisi oldum. Hep kendinden büyük yazarların varlığını kabul edip onlardan ilham alan bir şakirt olmayı hayal ettim. -Yatılı bölge okuluna gittiğinizde dokuz yaşındaydınız. -Evet, ben okula geç başladım. Türkçe bilmiyordum. Benim doğduğum köyde gökyüzünde uçaklar geçerdi. Medeniyetle tek bağımız oydu. Yazında yaylalara giderdik. Gara Dağı vardır, Musul ovasına bakar. O Gara Dağı'nın tepesinde çok uzaktan bir ışık görünürdü her gece. Suwara Xelê, yani Hali geçidi denen bir yer, meğerse araba yolu geçermiş orada. Geceleri tek tük arabalar giderdi. Arabanın farı uzaktan göründüğünde, o böyle tuhaf bir uhrevi ışığa dönüşüyordu. Onun ne olduğunu bilmediğimiz için, hiç hayatımızda araba diye bir şey de görmediğimiz için, uzaktan böyle kıvrılarak viraj alıp giden o ışık bizi büyülerdi. -Yazın yaylalara dengbejler gelmez miydi? -Evet o hikâye anlatıcılar gelir, geceleri hikâye anlatırdı. Ertesi gün de bir kuzu, bir oğlak ya da tereyağı, yün gibi şeyler karşılığında söz satarlardı bize. Başka bir dünya getirirlerdi. O dengbejlerin getirdikleri hikâyeler, o uzaktaki araba farı ve işte gökyüzünde gündüz giden, "Allah'ın eşeği" dediğimiz o uçaklar...Dünyamız çok zengindi aslında. -Allah'ın eşeği mi diyordunuz uçaklara? -Evet.Allah'ın eşekleri arkalarında böyle bir duman şeridi bırakıp giderlerdi. Bir anlam veremezdik o uçaklara. Ve hayat pür Kürtçeydi. O yüzden ben Allah'ın sadece Kürtçe bildiğini zannediyordum. Mütedeyyin bir aileydi benim ailem. İkisi kız, dokuz kardeştik. Sabahları herkes erken kalkarız. Bütün ağabeylerim her sabah namazından sonra yan yana dizilirler ve aynı ahenkle ve müthiş bir tilavetle Kuran okurlardı. Ve ben o sesle uyanırdım. O kelamın büyüsü, o tilavetin muhteşemliği benim bilinçaltıma işlerdi. -Dayınız da dengbejdi sanırım. -Evet, dayım Cebrail de meşhur bir masal anlatıcısıydı. Muhteşem masallar anlatırdı. Bin bir Gece Masallarının çeşitli versiyonlarını kendisi de bir şeyler ekleyerek kış geceleri anlatırdı. Böyle hayatı bütünüyle kuşatan, hem Arapça, Allah'ın kelamı, hem de yanında dengbejlerin, anlattığı o Kürtçe atmosfer. Orada eksik olan tek şey Türkçeydi. O eksiği tamamlayan jandarmalardı. Köye arada bir jandarmalar geldiğinde erkekler kaçıp saklanırlardı. Çünkü oralarda araba yolu olmadığı için jandarmalar kendi yüklerini erkeklerin sırtına yükler, bir köyden bir köye götürtürlerdi. Dolayısıyla bütün erkekler kaybolurdu. Gözcüler haber verirdi jandarmalar geliyor diye. Yani katır niyetine kullanırlardı o insanları. -Kötü muamele var mıydı? -Döverlerdi. Bir de Türkçe bilmedikleri için hakarete uğrarlardı erkekler. Onlar saklanınca köyde kadınlar kalırdı. Kadınlar da mecburen jandarmaların isteklerini karşılardı. Korkudan Türkçe öğrenmiş bazı kadınlar vardı. Onlardan biri de teyzem Cavşin'di. Cavşin mavi gözlü demek. Çavşin Teyze Kürtçe ile Türkçeden müteşekkil bir sözlük yaratmıştı. Gel: were, git: here, eşek: kere, kapı: dere, sıçan: mişke diye. Böyle uzayan bir sözlüktü. Bunları bize öğrettiği için jandarmalara köyün girişinde gel were, git here, eşek kere diye sesleniyorduk. İşte benim bilinçaltımda çocukluğumdan kalan bu gibi şeyler kitaplarıma yansıdı. Bunlar daha uzun soluklu bir şey olan roman aşamasına henüz gelmiş değil. -O potansiyel çok yüksek sizde. Her şeyi bırakın. Oturun o içinizdeki asıl cevheri çıkartın lütfen.
|
|
Nuriye Ak |
"Evet" demediğin zaman Diyarbakır cezaevinde ölmüş insanların çığlıkları sizi boğar
Muhsin Kızılkaya bir Kürt aydını. Onu kitaplarından, çeşitli gazetelerdeki yazılarından ve açıkoturumlardan tanıyorsunuz.
Yayınlanma :
25.07.2010 09:18
Güncelleme :
25.07.2010 09:18

