DSP Ardahan İl Örgütü
Seçme yaşına ve devamında seçilme yaşına geldikten sonra, uzun yıllar sandığa gitmemiş milyonlarca insanın yaşadığı bir ülkedeyiz. “Düzen içi partilere oy vereceğim de ne olacak” düşüncesi hâkimdir bu tavırda. Bir de bu düşüncenin hâkim olmasını sağlayan ‘etkim olmaz ki’ aldırmazlığı…
Cumhuriyet rejiminin nasıl bir kazanım olduğunu, ancak bu kazanımlardan geriye gidişleri yaşadıkça anlamaya başlıyor insan ve “aldırmazlık” eğilimi, zaman içerisinde kaygıdan öte gerçekliğe ve gelecekte yaşanacakların zihinde berraklaşmasıyla somut tehlikenin görülmesine dönüşüyor.
Siz daha “ileri” bir sistem arzularken var olandan geriye gidişleri görüyor ve fakat sadece görüyorsunuz; önleyemiyorsunuz!
Biri bildiri dağıtmanın, bir afiş asmanın, bir el pulu ile topluma ulaşmanın can bedeli olduğu dönemlerde bile, toplumsal bilinçlenmenin gereğine inanan sol, en iyi propaganda yapılacak ortam olan seçimlerde boykot veya seyirci kalmayı seçmeli midir? Ya da böyle bir seyircilik, sandığa gitmeme, protesto, sadece bu insanların suçu mudur?
Seçime girdiği halde umut olamayan ve sol olduğunu söyleyenlerin kırk parça kalarak, GÜÇ BİRLİĞİ yapamayan partilerin-çevrelerin hiç mi kabahati yok?
Solda olduğunu iddia eden onlarca parti ve çevrenin içinde, hem TBMM’de olan ve hem de Sosyalist Enternasyonal’e üyeliği bulunan CHP, genellikle her seçimde diğer çevrelerin kendisini desteklemesini bekler ve ister.
Bu istekte bulunulurken yapılan bir hata, insana bunun pek de hata olmadığını düşündürür.
Şöyle ki;
“Biz büyüyüz, biz güçlüyüz, siz tek başınıza anlamlı oy alamazsınız, barajı aşamazsınız (anti demokratik baraj sistemini olumlayan bir yaklaşım aynı zamanda) onun için bizi destekleyin” denilir, ancak, “sizin düşünceniz de kendini ifade edeceği ortam bulsun” diye bir önemli hususu unutur, sadece birinci istekte bulunur, devamında bulunması gereken “temsiliyet” hukukunu gözetmez. Sanki bu baraj sistemi, adaletsizlik, işine gelir gibi bir tutum takınır; kendine mahkûm sayar.
Hep, kendilerini 9 görenler, 1 gördüklerinin desteğiyle 10 olmak isterler. Oysa 9+1=10 nasıl oluyorsa, 1+9=10, hatta daha fazla edecekken, bazen 9 ayrı 1 ayrı kalınca 9 da 9 etmiyor!
Sol içi bir koalisyona hoşgörüsü olmayanlar, seçimden sonra iktidar olmak için sağ partilerle koalisyona razı olmaktadırlar ve çoğunlukla buna imkân da bulamamaktadırlar. İmkân bulunca bu koalisyon sağla yapılabilmekte, ancak seçim işbirliğine çağrılanların birçoğu farklı bir toplumsal sol programla partileştiği halde, bu farklı sol düşüncelere temsil edilebilme imkânı önerilmemektedir.
“Nasıl olsa onlarda sol, gidip sağa oy vermezler ya” diye düşünülür, bu parti mensupları da ya kendi partilerine oy verir ve baraja takılır veya evinde oturur, katılım düşük kalır, alınan oyun azlığına rağmen, iktidar olmak yolu sağa daha kolay açılır. Örneğin; 45 milyon seçmenin 45 milyonu oy kullansa ve 15 milyon oy alan parti kullanılan oyun 1/3’ünü alacakken, 30 milyon oy kullanıldığında 1/2’sini almakta, yani bir kısım insan evde oturmakla veya baraja takılan oylar yüzünden daha kolay yoldan iktidar peşkeş çekilmektedir.
Unutulmasın ki sağ seçmen yurt dışından bile gelip oy kullanıyordu, biz solcular bu durumdayken.
Bunda seçim sisteminin adaletsizliğinin olduğu kadar olmasa bile, bu sistem karşısında çare araması gereken sol partilerin de payı vardır.
Yakın geçmişi göz önüne getirince, bunu kısmen aşanın BDP (HDP) olduğunu, CHP’nin DSP ile 2007’de iş birliği yapmasının kısmi faydalarının göründüğünü, ancak 2011’de Deniz Baykal’ın DSP’ye Vakıf-Dernek kurmayı teklif ederek özellikle dışarıda tutmayı tercih ettiğini görüyoruz.
Bu tercihin, bilinçli ve mecburi bir tercih olduğunu, son günlerde çıkan iki kitaptan anlıyoruz. Sabri Uzun’un kısmen, Yalçın Küçük’ün ise alenen anlattığı, malum kasetin, T. Erdoğan tarafından D. Baykal’a malum yemekte verildiği ve D. Baykal’ın esir alındığı, D.Baykal’ın, kendisini esir düşmesinin yanında CHP’yi de esir ettiğini ve önce T. Erdoğan’ı meclise taşıdığını ve sonra da CHP’nin her türlü Erdoğan karşıtı, AKP karşıtı politikasını engellediğini (Zülfü Livaneli’den de öğreniyoruz), ve nihayet 2011 Milletvekili Genel Seçiminde DSP ve diğer sol parti ve çevreleri neden ittifak dışı tuttuğunu, şimdi daha iyi anlıyoruz.
Peki ya KILIÇDAROĞLU?
DSP, tüm sol çevrelerin içinde yer alacağı SEÇİM İÇİN KURUMSAL İŞ BİRLİĞİ önerisine CHP’nin öncülük etmesini önermiş, aynı öneriyi diğer sol partilerle de paylaşmayı sürdürmektedir.
CHP’nin genel başkanı, sayın Kemal Kılıçdaroğlu, bu öneriye karşılık heyetler halinde görüşülmesi önerisiyle karşılık vermiş ve görüşmeler devam ederken, yeni ve yanlış anlaşılmaya müsait bir cümle kurmuştur. KURUMAL İŞBİRLİĞİ birleşme teklifi değildir. Ancak bu işbirliği gerçekleşirse ve beklenen verim alınabilirse, devamında partilerin birleşmesinin önü de açılmış olur, her kesimden sol tabanda, bu başarıdan dolayı, birleşmeyi mutlaka zorlar.
KURUMSAL İŞBİRLİĞİ, herkesin kendisi olarak ortak bir çatıda seçime girilmesidir ve tüm ülkede, her seçim çevresinde partinin bir şekilde yer almasının sağlanması ile bütün parti teşkilatlarının çalışmasının yolunu açacaktır. Aksi takdirde, birkaç milletvekili kontenjanıyla parti ileri gelenlerini meclise sokmak için yapılan 2007 seçimi benzeri pazarlıklar, teşkilatların yeterince çalışmasına ve umut olmaya vesile olamamaktadır.
Benim olsun küçük olsun anlayışı, ülkeye, Cumhuriyetin kazanılmana zarar vermektedir.
CHP yöneticilerini önemli bir sınav beklemektedir. “Oyları bölüyorsunuz” demek kolaycılıktır.
Yapılması gereken oyları birleştirmeyi başarabilmektir!
Topluma umut olmak, kütlelerin evinde oturmasına müsaade etmeyecek heyecanlar yaratmak, parti yöneticilerinin sorumluluğudur. Bu sorumluluk ciddi bir sonuca götürülemediği için başarısızlıklar yaşanmakta ve ülke de her geçen gün kazanımlarından geriye gitmektedir. İşte onun içindir ki her seçimde gündeme gelen ve bir türlü istenen sonuca götürülemeyen “Solda Güç Birliği” hep bir arayış oluyor.
Arayışın son bulması, gerçekleşmesi dileğiyle…
Demokratik Sol Parti
Ardahan İl Örgütü