Bulutlara dokunmak hayallere dokunmak gibidir, içinizden uzatmalısınız ellerinizi.
Bütün balıklar soğuk ve kaygandır ölmeyi beklerken avuçlarınızda.
Rüzgar, onun kadar hızlı esebilirseniz dokunabilirsiniz ancak.
Karşı dağlar, bir gözünüzü kapatıp bakarsanız parmağınızın ucunda...
Bir damla gözyaşı, ılık, sıcağa yakın adeta, bir yangının sıcağını soğutur göz ucunda.
Bir başak tanesi savrulurken iki yana, bir yerinden güneşe dokunur aslında.
Harf, bir sonraki harfe, kelime kelimeye, söz söze dokunarak ilerler hayatın tedirgin edici alacakaranlıklarında.
Doktor hastanın nabzına dokunur, hasta hayata tutunur o dokunuşla. Şehrin uzak ışıkları ve yakın karanlıkları yan yanadır, iç içe...
Bir evin içinde iki kocamış hayat, ölüm hayata dokunmadan önce sığınırlar birbirlerine.
İki otomobil, içlerinde yolları daha önce hiç kesişmemiş iki ayrı hikaye, ölümcül bir dokunuşla acı bir son yazarlar birbirlerine.
Bir arı ve bir kelebek, farklı zamanlarda öperler bir gelin çiçeğini alnından.
Metro vagonlarında herhangi bir plastik koltuk, dokunur hayatın rolantiye alındığı sonu gelmez yolculuklara. Yolcular buğulu camlardan bakar, dokunamaz yollara. Yollar en ücra yerlerine kadar dokunur insanlara.
Bir kapının önünden geçerken önünüze düşen bir türkü kırıntısı ok gibi saplanır göğsünüze. Bazen gölgeniz uzar gider, dokunur karşı kıyıya. Bazen öksüzlüğü parmaklarınızda hissedersiniz, vazgeçilmiş bütün o dokunuşlarda.
Bir sokak kedisi paçalarınıza sürünür geçer, sokağa bulanırsınız boylu boyunca. Hüzünlüdür akşam saatlerinde simitlerini satma telaşındaki yangın görmüş delikanlıların sesi.
Anaların mezar başında içlerine gömdükleri sessiz hıçkırıkların sesi. Dokunur böyle şeyler insana. Mesafe tanımaksızın dokunur.
Yitirilmiş bir güzelliğin tatlı ışığı, kaybedilmiş bir sıcaklığın bıraktığı serin boşluk, boşa harcanmış bir ömrün tık nefesi dokunur en katı halimize bile.
Zırhlar giysek, kabuk bağlasak, kendimizi kırk kapının ardına kilitlesek, insana özgü bir kırılma gelir dokunur bize.
Kendimizden kaçsak, bu uzaklık hissi hiç ayrılmaz yanımızdan. Başkası olmayı denesek, aynalar hiç bırakmaz yakamızı. Kendimiz olmaya niyetlensek, en çok dokunan o değil mi zaten.
Sanıyoruz ki bir anne çocuğunun saçlarına dokunduğunda sadece bir anne çocuğuna dokunmuş olur. Hayır, o çocuğun saçları da dokunur annesinin parmak uçlarına. Hayatın binbir tomurcuk açtığı bir yer ve zamandır orası.
Güneş nasıl ısıtıyorsa yeryüzünü, böyle alelade temaslar öyle ısıtır hayatın iç yüzünü. İnsan dokunabildiği kadar zengindir ve dokunamadığı kadar yoksul... Çok insan var, çok hikaye, dokunmaya ve dokunamamaya dair...
Bu kadar çok yoksulluk nereden hasıl oldu, dokunmak lazım bu can yakıcı meselenin mihengine.
Yoksulluğun türlü türlü sesleri vardır, çarptıkça acıtır acıtır acıtır kulağımızı. Sesler kulağımıza dokunur, kulağımız iç kulağımıza, iç kulağımız kalbimize...
Kalbimiz, bize dokunan tek şeydir aslında.
Kalbimiz, bizi ilmik ilmik dokuyan şeydir aslında.