Bu konuda bir kaç hususu önemle vurgulamak gerektiğini düşünüyorum. Öncelikle paketin 'demokratikleşme paketi' olarak tanımlanmasını yadırgadığımı belirtmeliyim.
Son 60 yılda Türkiye'de demokrasi, bütün kesintilere rağmen işlerliğini sürdürdü. Türkiye demokratik kazanımlarını; onu gölgeleyen vesâyet etkilerini de aşarak güçlendirmiş durumda.
Bu konuda Ortadoğu'nun; daha genel anlamda İslâm dünyasının rüştünü ispat etmiş yegâne ülkesidir. Elbette ki eksiklikler vardır. Ama bunun açık uçlu, dinamik bir süreç olduğunu unutmayalım.
Demokrasinin iki sütunu olduğunu biliyoruz. Bunlar 'temsil' ve 'katılım'dır. Elbette veri talepler ekseninde temsil ve katılımı güçlendirici ve arttırıcı çabaların değeri vardır. Bunlar siyâsal rejim düzenlemeleri ile ilgilidir ve seçim sisteminde ya da siyâsal parti yasalarında yapılacak değişiklikleri gerektirir. İçeriğini henüz bilemediğimiz paket eğer bu temelde hazırlanıyorsa paketin başlığı konusunda diyecek bir şey kalmaz.
Ama daha temelde, Türkiye'nin ihtiyacının demokrasiden daha da öncelikli olarak 'hukuk' ve 'hukûkîlik' olduğunu düşünüyorum. Çoğu kez 'hukuk' ile 'demokrasi' aynı şeyler gibi algılanıyor. Oysa târihsel tecrübeler göstermiştir ki, muhtevası ne olursa olsun, 'hukuksuz demokrasiler' mümkündür ve çoğu kez yozlaşma ile biter. Daha net söyleyelim; hukuksuz temsiller ve katılımlar bir çoğu iç talanla biten sonuçlar doğurur.
Hukuk , 'haklar', 'özgürlükler' ve 'yükümlülükler' temelinde bir dengeyi kurmaktır. Bu denge ise doğrudan doğruya Kurucu Yasa sorunudur. Kurucu yasaların hukûkîliği sağlayıcı bir şekilde düzenlenmesini gerektirir.
Türkiye 12 Eylül Faşizminin yaptırdığı ucûbe bir Kurucu Yasa'dan halâ tam anlamıyla kurtulmuş değildir. 1990'ların Restorasyon hükûmetleri bu konuda kıllarını bile kıpırdatmadı. Öte yandan 2010'daki değişiklikleri bile sırf AK Parti öncülüğünü yaptı diye reddetti. Dolaylı da olsa bütün bu dirençler 12 Eylül rejimin etkilerinin aşılmasını engelledi. Hâl-i hazırda; TBMM'deki komisyon çalışmalarında bu yoldaki dirençler sürüyor.
Eğer, sorun bir hukûkîleşme süreci olarak tanımlanmaz ve algılanmazsa, siyâsetten kültürel beklentiler asla tatmin bulmayacaktır. Buradaki en temel risk; kültürel beklentilerin topluluksal (komüniteryen) düzeyde siyâsete 'bindirilmiş' taleplere dönüşmesi riskidir.
Eğer hukûkîlik boyutu ıskalanırsa olacak olan budur. Hukuk, eş anlı olarak çok sayıda topluluğa mensup olan bireyi esas alır, doğrudan toplulukları değil. Bireyler, ya da siyâsal karşılığı ile yurttaşları değil de; toplulukları veri alırsak süreç daha baştan başarısızlığa uğramaya mahkûmdur. Sürdürülebilir hukuklu demokrasiler, toplulukları değil, bireylerin; hiçbirisini mutlaklaştırmadan kurduğu topluluk bağlarını, 'özgürlük', 'hak' ve 'yükümlülük' temelinde güvence altına almayı sağlayan demokrasilerdir.