Dahası ve en fenası, diyalog ve müzakere yoluyla değil şiddet/zor yoluyla sorunların çözülebileceğine dair inanç hala dominant bir faktör olarak karşımızda duruyor.
Bir 30 yıl daha savaşmayı göze alanlar nedense birkaç yıl beklemeyi 'ötelemek, oyalamak, kandırmak' biçiminde algılayabiliyor.
Bu algıyı haklı gösteren bir geçmiş yok değil.
Ama orta yerde duran güven sorunu, her an kırılgan bir süreci de beraberinde getiriyor.
Gezi Parkı dolayısıyla ortaya çıkan sabotaj süreci hem gündem saptırmasını beraberinde getirdi, hem de siyasal kırılganlıkları gündemimize taşıdı.
TBMM'de 'Çözüm Komisyonu'nda dinlediğimiz akil adamlardan Prof. Dr. Erol Göka'nın sahaya indikten sonra karşılaştığı olgunun vahameti karşısında düştüğü dehşeti anlatan sözlerini mealen aktarmak isterim.
'Sahaya indiğimde yaralı bilinç ve ölümcül kimliklerin elbette farkındaydım. Sahada gördüklerimden sonra vardığım sonuç kısaca şu: Yaralı kimlikler!'
Bu ülkenin çok donanımlı ve saygın bilimadamlarından biri olarak Göka'nın yeni anayasa sürecinde mutlaka kollektif kimlik ihtiyacını karşılayacak ifadelere anayasada yer verilmesi gerektiğine dair yaptığı vurgu bence çok önemli.
Aynen katılıyorum, bugün Türkiye'nin geldiği noktada sadece 'milli kimlik' vurgusuyla 'kimlik sorunu'nu çözemeyiz. Tam tersine fazlasıyla kırılgan hale gelmiş kimlik sorunsalını çözümsüzlüğe itmiş oluruz. Başka bir deyişle, bugün ötelediğimiz bu sorunun yarın tekrar karşımıza çok daha karmaşıklaşmış ve kangrene dönüşmüş bir halde çıkmasını beraberinde getirecektir.
'Çözüm süreci' iki şeye kurban edilmemelidir.
Birincisi, zamansız ve sabırsız davranışlara…
İkincisi, ötelemeye ve zamana yaymaya…
'Güvensizlik' algısını pekiştirecek söz ve davranışlardan herkesin öncelikle ve önemlilikle kaçınması gerekiyor.
Çözüm sürecinin partnerleri herkesten daha fazla dillerine dikkat etmek durumundadırlar elbette.
Suçlayıcı ve yaralayıcı bir dil, çözüm sürecini sabote etmek için pusuda bekleyenlerin değirmenine su taşımak anlamına gelir.
Herkesin bir diğerinin hassasiyetine özenle dikkat etmesi gerektiğini söylemeye gerek yok.
Çözüm süreci bugüne kadar başarıyla devam etti.
Bundan sonra da devam etmeli.
Takvim dayatması kadar takvimsiz hareket etmek de sürecin selameti açısından risk oluşturur.
İmralı'dan ve Kandil'den yapılan son açıklamalar, toplumdaki kaygıyı arttırıcı niteliktedir.
Eminim ki bu açıklamalardan en fazla çözüm sürecine karşıt olanlar memnun kalmışlardır.
Şu an ellerini nasıl sevinerek ovuşturduklarını görebiliyorum.
Çünkü onlar kandan besleniyorlar.
Gerilimden ve çatışmadan besleniyorlar.
Gezi Parkı'na masum çevreci duyarlılıkla doluşan o gençlerin masumiyetini nasıl istismar ettiklerini, oradaki tepkiyi nasıl derin statükonun devamına sağlayacak bir mecraya akıtıldığını hep birlikte gördük. Görüyoruz.
Çözüm sürecinin başarısını dört gözle bekleyen Kürt vatandaşlarımızın da bu girdabın içine nasıl çekilmek istendiğine de tanık olduk.
Çok az bir kısmı hariç Kürtlerin tamamına yakını bu derin oyunu görerek kendilerini geri çektiler.
Tuzak şuydu: PKK/BDP'nin sosyolojik tabanını oluşturan Kürt dinamiği, ittifak halinde olduğu kimi sol/sosyalist çevreler dolayısıyla bu işin içine çekilecekti. Ama bu oyun tutmadı. Doğu ve Güneydoğu illeri bu derin bir tepkinin partneri olmadı.
Kuşkusuz bunda çözüm sürecinin çok büyük bir payı vardı.
Çözüm sürecinin kıymetini çok iyi bilmek gerekiyor.
Türkiye'nin birliğini önemseyenler, toplumsal barışın önemini görenler bu saatten itibaren herkesten daha fazla çözüm sürecinin başarısına kendilerini odaklamalıdırlar.
Kimi dış ve malum iç güçlerin sahneye koyduğu, bundan sonra da fırsat buldukça koyacakları bu derin ve tehlikeli oyunu bozmak için çözüm sürecinin başarısı büyük bir önem arz etmektedir.
Çözüm sürecinde algı değişimini sağlayacak somut adımlara elbette ihtiyaç vardır.
Çözüm sürecinin başarıyla yürüdüğünün görülmesi/gösterilmesi, AK Parti iktidarını sokaktan alaşağı etmek isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakacaktır.
Türkiye'nin gündemi tekrar çözüm sürecine, yeni anayasa ve demokratikleşme sürecine döndürülmelidir.
PKK'nın silahlı unsurlarının geri çekilmesi tamamlanmak üzere…
Bundan sonra yapılacakların belli bir takvim dahilinde hayata geçirilmesi gerekiyor.
Bu süreçte günlerle sayılı bir takvim dayatmasında bulunmaktan kaçınmak ne kadar gerekliyse, öteleme/oyalama algısını pekiştirecek bir görüntü vermekten kaçınmak da bir o kadar gereklidir.
Hepimize kazandıracak bir süreci yakalamışken hep birlikte kaybedeceğimiz bir sürece kapı aralayanları tarih affetmeyecektir.
Bu kez başarmalıyız hep birlikte.
Aman dikkat!