Bütün bunlar aynı zamanda Türkiye hala ciddi ve ertelenemez sorunlarla birlikte yaşarken gerçekleşti.
Yeni Türkiye, birdenbire Şubatlaştı...
Yani, ülke zaten tahammülü zor halleri henüz atlatamamışken, yargının siyaset üzerinde vesayet kurma girişimi gibi bir geri gidiş sahnesini izlemek zorunda kaldı. Oysa, herkes biliyor ki böyle bir mesaiye harcanabilecek vakit de enerji de yoktu.
Türkiye’nin hala ciddi boyutta olan Kürt sorunu ve buna hem paralel hem de daha da üzerinde bir anayasa sorunu vardır. Her ikisinin halledilmesi de olmazsa olmaz mesabesindedir. Yeni anayasası olmayan üstüne hala Kürt sorunu olan bir ülke olmak Türkiye’nin taşıyabileceği bir yük değildir.
O yüzden Başbakan’ın son günlerde bu dosyanın yeniden açıldığına işaret eden mesajları önemlidir. Özellikle de 2005 yılına referans vermesi ve o yılın Ağustos ayında aydınlar buluşması ardından da Diyarbakır konuşması umut vericidir.
Neden umut verici?
Çünkü, Başbakan’ın 2005 yılında soruna doğrudan müdahale edişi sadece yapılacakların listelenmesinden ibaret değildi. Erdoğan aynı zamanda tarihi bir samimiyet ve inandırıcılığı da temsil ediyordu. “Çözerse, o çözer” denilen ve Türkler’in de Kürtler’in de müştereken itimat ettiği bir politik kişiliği temsil ediyordu.
Geçen zaman içinde sorun çözülmedi ama öyle bir noktaya gelindi ki artık çözümden başka seçenek olmadığı anlaşıldı. Sahici, derinlikli, kalıcı ve ikna edici bir çözüm. Yani, iki kanun geçirip veya iki bomba yağdırıp kafaları kuma gömerek değil, sorunun bütün boyutları kavranıp kimsenin kimseyi kandıramayacağının anlaşıldığı bir çözüm hattına ulaşıldı.
En önemlisi de 2005 yılının ana teması olan “samimiyet ve inandırıcılık” yıllar içerisinde toplumsallaştı, sorunun varlığını dahi kabul etmeyen milyonlar gerçekle yüzleştiler. 2010 referandumu ve 2011 seçiminde görüldüğü gibi yüzleşmenin ötesine geçip Erdoğan’a “çöz” talebini de ilettiler.
Belki, meselenin Türk kanadı böylesine hızla evrilirken Kürt kanadında siyasal elitler ve PKK bağlamında aynı tempo sergilenmedi. Hatta, geriye gidiş sayılabilecek belirtiler dahi tahakkuk etti. Ve bu yüzden de 2009 çözüm yılı olabilecekken sorunun daha da çetrefilleştiği bir dönemin adı oldu.
Ancak, Türkiye son olarak müştereken tecrübe ederek şunu da gördü ki, hükümet; adını daha net koyalım Erdoğan bu sorunu çözmek isterse sadece sorunun varlığından güç bulan çatışmacı Kürt siyasetinin de direnci kırılacaktır. Ya kırılacaktır ya da kaçınılmaz olarak Kürt dünyasında marjinalleşecektir. Çözümün önünde engel hep Ankara olmuştu. Şimdi ilk kez çözüme Kürtleri temsilen direnen ve bunu da ancak terör yoluyla destekleyebilen bir anlayış vardır. Çözüm siyaseti için bu çelişkili durumdan daha elverişli bir zemin olamaz...
Öte yandan, aynı anda ve aynı hızla yeni anayasa için hamle yapmanın önünde de engel yoktur. Zaten süreç yürüyor; hem de sahada birbirinin boğazına sarılan partilerin inanılmaz uyumuyla...
Ülke kolay gerilime sürüklenebiliyor ama aynı hızla normalleşebiliyor da. Mesela, 12 Eylül referandumu öncesi siyasi manzara bugünkünden daha keyifli değildi. Ama, siyaset sisteme cesaretle dokundu ve eski Türkiye’nin kurumları bir hamlede tarih oldu.
Evet... Türkiye Şubat’ı kaybetti ama mesela Nisan’ı kazanabilir. Soğuk kışın ardından sıcak bir yaza adım atabilir. Hem de bir daha, ne 15 yıl öncesinin ne de bugünün Şubatlarını yaşamamak üzere...
Mustafa Karaalioğlu(Gazeteci)