Vatandaşların algısını bozmayı ve barış arzusunu zayıflatmayı hedefleyen, ahlak ve iyi niyeti kullanan saptırmalar, demokrasi ve özgürlüğü kılıf yapan çarpıtmalar, medyayı malzeme eden yalan haberler bütün zihnimizi ve gündemimizi esir almış durumda.
Barış ve çözüm karşıtı son derece kanlı emelleri bertaraf etmenin ve bu fitne esaretine on yıllardır olduğu gibi yenik düşmemenin bir yolu da ısrarla devam etmek: Samimiyetle barış istemeye. Sadece vatandaş olarak değil devletin yaklaşımı olarak da.
Eskiden doksanlarda ve iki binlerin başında barış isteyenlere ve bu uğurda sokakları dolduranlara 'barış yanlısı bölücüler' denirdi. Çünkü devlet içindeki devlet bütün o JİTEM'iyle, Ergenekonuyla, kontrgerillasıyla vesaire savaş siyaseti güdüyordu acımasızca. Buna eroinden silah mafyasına her tür savaş rantçısını, faiz ve vurgunla servetine servet katan gizli zenginleri ve tabii içeride ve dışarıdaki savaş lobileriyle ittifak eden yetkili, rütbeli mühim kişileri de eklemeliyiz.
Baktığınızda hepsi devletten yanaydı ama devlet içindeki kanlı yapıdan besleniyorlardı asıl olarak. Tabii bir avuç barışsever de marjinal addediliyordu. Şimdi ise ilk kez devlet bütün eksik, yanlış söylemlerine rağmen barış ve çözümden yana kararlılıkla devam ediyor. Ve barış isteyenler yine karalanıyor, itibarsızlaştırılıyor. Tek farkla. Bu kez barışa her şeye rağmen devam etme kararlılığındaki bizzat devlet marjinalleştirilmeye çalışılıyor. Hem de medeniyet ve insan düşmanı olan Işid ile bağlantısı filan kurulmaya çalışılarak. Ya da otoriter vesaire denilerek.
İnsan sahiden anlamakta zorlanıyor. Barış ve çözüm istemenin bedelini ödeyen 17 Aralık gibi darbe girişimleriyle, Gezi veya 6-7 Ekim gibi kalkışmalarla, katledilen canlarla... sadece devlet değil ki. Tek tek her birimiziz! Barışı, adaleti ve ortak kalkınmayı bir kalpler ittifakı halinde isteyen her kesimden insan. Türküyle, Kürdüyle, dindarıyla, kemalistiyle. Çünkü bu yolda bağırlarına taş basarak şehitlerine, gözaltında kayıplarına, işkence mağdurlarına rağmen geleceği birlikte inşa etmeyi arzuluyorlar.
Milletin bu çok kıymetli ortak arzusunu kimi zaman din adına, cemaatler adına, kimi zaman bir ülkü veya ideoloji uğruna suistimal etmek için her türlü ikiyüzlü ahlakçılığı yapanlar gerçek anlamda bir zafer kazanmış olabilir mi?
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bütün referanslarımızın tükendiği, bütün taklitçi niteliklerimizin iflas ettiği, bütün çeşitliliklerimizin keşfedilmekte olduğu, bütün adaletsizliklerin teşhir edilmeye başlandığı bir uzun süreçte kör topal ilerlemeye başladık. En çok da duygularımızın tamirine ihtiyaç var. Bu yolda bütün korkularımızı tabir etmeye başlamamız ve yeniden bir diriliş umudu taşımaya başlamamız son derece önemli.
Sanırım bu yüzden, doksanlara döndük, dönüyoruz çığlığı atıp bunu isteyenler ve suçunu da barış kararlılığını her şeye rağmen sürdüren devlete atmaya çalışanlar bir türlü amaçlarına ulaşamıyor. Toplumsal iyi niyet, barış arzusu ve birlikte güzelleşebilme umudu her türlü kanlı tuzağı püskürtecek bir güçte. Her geçen gün de artıyor.
Bunu kabul etmek istemeyenler ise savaş yıllarından kalma merkezdeki konumlarını yitirdikleri oranda kanlı süreçlerin, 6-7 Ekim kalkışmalarının ideolojik savunuculuğunu üstleniyorlar. Bu da yetmezmiş gibi devletin barış ve çözüm çabalarını destekleyenlere karşı itibarsızlaştırma kampanyalarına harcıyorlar bütün entelektüel mesailerini.
Kürtleri masadan kaldırma çağrısı yapanlar ise buna gerekçe bulmakta ne kadar uğraşırsa uğraşsınlar, hayatın dip akıntıları tarafından sürüklenmeye mahkum kalacaklar. Zira bir çoğu beş yıldır 'bu hükümetle barış olmaz', 'bu muhafazakarlarla çözüm olmaz', 'ancak solcu ve demokratlarla olur' deyip durmalarına rağmen çözüm süreci devam etti, ediyor.
Kim ne yaparsa yapsın, masadan kalkmanın savaşa devam anlamına geldiğini herkes biliyor bugün artık. Otuz yıl kan çanağında yaşayarak fazlasıyla tecrübe ettik bunun ne anlama geldiğini hep birlikte. Sürece destek vermek; nihayetinde yapıcı eleştiriler getirmek veya daha fazla çaba için tarafları teşvik etmek değil de Kürtlere kısa yoldan masadan kalkmayı önermek ise: Sahiden bu çağrıyı yapanlar yarın dökülecek kandan sorumlu hale gelmezler mi?
Bu tip senlik benlik davaları hayatın ve insanlığın tüm mânâsını katletme girişimleri olarak uzun vadede kaybetmeye mahkumdur. Zira barış masasından kalkmak; sivil anayasa sürecine, medeniyet kurgusunda ihya edilecek evrensel değerlerin hayata geçirilişine, bu topraklarda yaşayan halkların ruhunu kuşatacak merhamet dayanışma gibi ittifak alanlarına karşı olmak anlamına geliyor bir kez daha. Bunu sahiden kim isteyebilir? Ne adına?