" Bigane kalma! Namık! Sende karışsana arkadaşlarına!"
Fezo Dayı, danacıları başına toplamış, konuşturuyor.
Ne gelecek!..
Ne geçmiş!..
"Şimdide" konuşuyorlar.
Fezo Dayı ve " Danacılar. "
" Sonsuz şimdide..."
Danacılar....? Ardahan'ın köylerinde çocuklar; kuzu ve dana otardılar.
Danacılar yazın bitişinde, başka bir nitemle anılır. Öğrenci vasfına girer; danacılar. Son baharda okulun yolunu tutan çocuklar. Yazdan gelen doğa birikimini değerlendirirken kendilerini kafesteki kuş gibi hissederler.
Çocuk simgesi, öğrenci sıfatı, danacıya nenni gibi gelir. Danacının keyfi yoktur: Doğadaki koku, ses, ısı, renk, tad, tuz kalmamıştır. Mevsim ve " Buzağı, kuzu güden" adlandırması kalmamıştır.
Çocuklar; gelecek yıl ki mevsimi ve danacılığını bekleyecektir.
Danacının karı, ne yaşadıysa odur.
" Gidenin gelmediğini." onlar, en iyisini bilirdi.
Otarıcılar: Yaylacığın sağından başlayan ilk dereyi otlakiye seçmiştiler. Büyük kayanın da iskan ettiği dere çok güzeldir.
Fransız yazarın dediği gibi: " Vadi'm o kadar yeşildi ki.."
" Hacer'in deresi" ismiylede çağrılan vadi, Büyükkaya, Büyükkayanın deresi diyede bilinir...
Sineklenen danalar büyükkayanın eteğindeki " Koz'dan," çıkıp, kaçardı. Köyde; çoban çocukların anaları, ocağa daha yeni oturmuş. Gayri memnun; kör-pişman kalkardılar. Sineklenen dana-kuzu 'yu ahıra sürerek, serinletirdiler.
Cins danalar, renkleri fırçalarla... boyanmış...
Zavot cinsinden gelen mozik, düğe; bebek gibi güzel yavrucaklar...
Süt kokardı, buzağılar. Meleşmeleri, şımarmaları evden biri gibi olurdu. İnek, koyun; mal-davar Yaylacığın çocuklarının ilk hayat mektebi gibiydi.
Kırmızı dana'dan kırmızıyı,
Yeşil mera'dan yeşili öğrenirdiler...
Büyükkayanın Ardahan'a yüzü çevrili tarafında ki eteğinde, Fezo Dayı ve çocuklar oturmuş, laflaşıyorlar.
Fezo Dayı:
- Hoca olun! Bağşa da birşey demiyerim! dedi.
Fezo Dayı dana güden çocuklara nasihat ederdi. Okumuşluğu hiç yoktu ama o, böyle birşeyin daha iyi olacağını sezgiyle anlamıştı ve hayırlı iş yaptığına inanıyordu!
Ben:
- Fezo Dayı büyüyünce ne olacam?
- Hoca olacan. Sen mutlaka hoca olacan!..
Büyükkayanın dikili şekline; uygun vaziyet oturmuş Fezo Dayı. Başına, belindeki kuşağı sarmış. Akşam olunca beline sarardı. Temiz, pak gezerdi, hanımı ölmüştü. Oğlu Celal Abigilde kalıyordu. Gelini Dudi Abla bakardı. Fezo Dayı gibi başka bakınçlarda vardı, köyde...
Kayanın kuzeyinde danacılar ve Fezo dayı sıcağın geçmesini bekliyor. Kuzeyin kış olduğunu burada belledi çocuklar. Fezo Dayı yönleri tarif edip kışa kuzeyin benzediğini, doğuya ilkbaharın, batıya yaz mevsiminin ve doğu yönününde son yaz bahara benzediğini dilinin döndüğünce aktardı." Mevsim şeritinde" Cihanşah Özer öğretmenimiz çok daha bilimselini öğretecektir. Fezo Dayı atadan- dededen aldığını da aktardı, böylece. Bilimden önce başka bilme yöntemleri ile insanlar doğayı nasıl yorumlamışlar. Sınak ile...
Fezo Dayı:
- Kainat anamı... Eşigden adım attım, da! Biri tek aksırsın yer be yer geri dönerim.
Çille sordu:
- Fezo Dayı çift aksırık duysan pekii?
- Onu gözlerim, çift geldi mi, her işe koşarım. Ben sınamışım çocuklar, çift geldi mi, işim rast getmiştir. Tek geldi mi rast getmemiştir.
İsmail:
- Fezo Dayı: Şimdi Büyükkayadan aşağı Kahraman eniştegilin hırmana kadar gidecem, desem bu esnada tek veye çift aksırığı İbo hapşırsa, ben aldırmam. Ama denerim. Daha iyi olmaz mı? Sınamak yerine denesem sonra da karar versem: İyi veya kötü olduğuna.
- Ola çamlattız beni. Oğuz vaktının kadim bilgisidir. Siz gene okulda öğrendiğiniz gibi bilin, kadim bilgiyi de unutmayın!
Serin kuzeyin kış; kayanın gölgesinde, sohbeti Namık sözüyle kesti.
-Fezo Dayı çay hazır!
Danaların dışkısı çimen yeşili halı zemine düştükten sonra o kurur, tezek gibi yakacak olurdu. " Teten" derdik. Mera'da çoban çocukların yakacak maddesi bu idi. Namık tetenleri toplayıp getirmiş çay ocağını kalamıştı. Çayniğin lülüğü kapağı is olmuştu ama o koku da o çaya lezzetin kralını veriyordu!...
Fezo Dayı çayniğin lülüğündeki füzükden şııııırrrr, şııııırrr, diye maşrapaya dökülen bal sarısı leziz çayı, dudağının arkasına attı.
" Sanki patos'a sap atarsın" öyle. Çayın yudumu boğazından aşağı mutlulukla indi. Yaylacık zevki: Büyükkayanın altında tetenlerden kalanmış bir ateş ve pişmekten son derece memnun bir çay. İçtikleri maşrabaları saltaş'ın üstüne koydular. Şeker kırıkları ve lor peynirde kerti ekmeklerle koyun koyunaydı. Köz de ateş fersizce ömrünün uzamasına yalvarır gibiydi...
Danalar sineklenmiş uçarcasına köye, eğimin yükseltisinden; alçak başındaki yaylacığa adeta cırmışdılar; cırdılar!.. Danaların üstündeki renkler savrulmuş, saçılmıştı. Dalkır renk bir çeğilin dibinde... Sütbeyaz renk, kuşkanın başında... Zavot sarısı, kınataşının, leppihlerin ortasında... Külrenkler derenin yosunlu taşlarına düşmüş, ıslanmıştı. Islanan renkler, Alabalığa erdikten sonra Kura'ya karışacak arkasından Hazara kadar yolu var, eğer biri eğilip bu renkleri sudan toplamasa!.
Kanyonada benzeyen " Hecerin deresi" bayır başındaydı. Derenin boğazından kim kopsa aşağıya hızla inerdi. sanki sizin yerinize başka biri koşuyordu.Gürcübeg tarafa yamaç tam kanyon yamacıydı Sabgara'ya tarafsa vadi yamacı gibi eğimi ve alanı, düşük ve genişti, vadisel bir mera gibi.
Yaylacığın bu vadisi ele güzeldi kiiii!..
Büyükkayalı, Hacer'in deresinin bir akrilik tablosunu yaptım. Her yıl renkleri çeviririm. Maviler, morlar, dalkırlar, bozlar, alalar, kulalar, yaşıllar, reşler, külrengler, narıncılar...
Doğa da, renkleri; soldururmuş, çevirirmiş.
Bakalım?
Ne olacak!....