Günümüzde küreselleşmenin etkisiyle toplumlarda kültürel yozlaşmanın hızla yayıldığı bir süreç yaşanmaktadır. Bu yozlaşmanın en belirgin göstergeleri, farklı ilişki ve kimlik kalıplarının ortaya çıkmasıdır.
Bu değişimlerin toplumlar üzerindeki etkileri ve ideolojik temellerine bakıldığında, 1920'lerde tarih sahnesine çıkan Frankfurt Okulu'nun sıra dışı ideolojik yaklaşımları, bu sürecin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yaklaşımlardan öne çıkan Freudyen, hümanist ve varoluşçu psikoloji yaklaşımları, çocukların sağlıklı bireyler olarak yetişmesi için aile içindeki otoritenin zayıflatılması gerektiğini öne sürmüştür. Bu görüşler, doğal olarak aile kurumunu derinden sarsacak gelişmelere ne yazık ki zemin hazırlamıştır. Bu noktada dikkatinizi özellikle çekmek istediğim husus, Üçüncü Dalga feminizm Hareketi'nin toplumsal cinsiyet rollerine yönelik getirdiği eleştirilerdir. Bu hareket, kadınlık ve erkeklik rollerinin kültürel normlar tarafından şekillendirildiğini öne sürer.
Bu bakış açısının bir yansıması olarak, kadının aile içerisindeki annelik rolü değersizleştirilmiş, bu da kadın ve erkeklerin sağlıklı bir kimlik geliştirmelerini engelleyerek, cinsel kimliklerin derinlemesine sorgulanmasına neden olmuştur. Her uç fikrin nominalizme götürebileceğini hatırda tutarak, bu ideolojilerin hiçbir otorite tanımayan hedonist ve mutsuz bireylerin çoğalmasına yol açtığı ortadadır.
Şunun altını çizmek isterim, ben kadınların refahını samimi bir şekilde gözeten her yaklaşımı destekleyen biriyim. Ancak iyiye hizmet ettiğini öne süren girişimlerin arkasında manipülatif girişimlerin olması, hepimizi sorgulamaya itmelidir. Batı’nın yaşadığı cinsel kimlik kaosu, küresel bir zehir gibi yaygınlaşmaktadır.
Bilhassa dijital dünyaya doğmuş olan Z kuşağı, akışkan cinsellik ve cinsiyetsizlik gibi kavramlarla karşılaştıklarında derin bir kafa karışıklığı yaşıyor. "Sen böyle doğdun" (born that way) yaklaşımıyla cinsiyet karmaşasına sürüklenen bireyler, nihayetinde geri dönüşü olmayan bir cehennemin içine giriyor. Bu anlayışla bireylerin özgürleşeceğini iddia eden ideolojiler, aslında daha kaygılı bireylerin yetişmesine neden oluyor. Dijital mecralarda yaygınlaşan cinsiyetsizlik akımı, çocukları karanlık bir çıkmaza sürüklüyor. Popüler kültür ve medyanın şekillendirdiği zihinler, tek tip düşüncenin yayılmasına neden oluyor. Bu durum, açıkça bir dayatmadır; her köşe başında karşımıza çıkan cinsiyetsizleştirme akımı, sürekli bir baskı yaratıyor.
Bu yoğun propaganda, elbette hepimizi derinlemesine düşünmeye sevk etmek zorunda. Bugün pedagojiye baktığımızda çocuk yetiştirmede disiplin önerilmiyor. Ancak gerçek olan şu ki, çocukların 0-5 yaş dönemleri, en çok disipline ihtiyacı oldukları dönemdir. Çocuklar, sizler farkında olmasınız dahi aslında bir otoriteye ihtiyaç duyarlar. Belli bir ölçüde disiplinden azade yetişen çocuklarda narsizm, mutsuzluk ve aşırı öfke nöbetleri gibi durumlar görülebilir.
Dolayısıyla aileleri ve toplumları bu konuda bilinçlendirmek hepimizin görevi olmalıdır. Çünkü Mesele basit bir cinsiyetsizleştirme meselesi değildir. Cinsiyet değiştiren birçok birey ciddi ruhsal problemlerle karşılaşıyor. Henüz ergenlik çağında olan bir çocuk, cinsiyetini değiştirmek istediğinde ne yazık ki uzmanların çoğu, çocuğu düşünmeye sevk etmek yerine ‘sen böyle doğdun’ deyip değişim sürecine önayak oluyorlar.
Dolayısıyla nörobilimsel açıdan kadın ve erkeklerin farklı işlevsel özelliklere sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Bugüne kadar taşıdığımız doğal özellikler, sosyal medya uzmanları tarafından adeta güncelleniyor. Cinsiyet gibi fıtri bir durum, mağazadan ürün satın alır gibi alınıp giyinilemez. İnsan bu derece basit bir varlık değildir. Ve olamaz! Dünya giderek tanımsız, merkezsiz, öznesiz ve kuralsız bir hale geliyor; adeta bir belirsizlik karmaşası içinde yaşıyoruz.
Oysa insan, özünden taviz vermeyen bir varlıktır; kolayca şekillendirilebilen bir madde değildir. Cinsiyetsizlik akımına karşı çıkıyorum çünkü ben, köklü ve verili bir geçmişe inanıyorum. Durumun vahametinin daha net anlaşılabilmesi için sizlere ABD örneğini vereyim. Bugün ABD’de eğer bir kız çocuğu erkek olmak istediğini ancak ailesinin buna izin vermediğini Sosyal Hizmetler Merkezi’ne bildirirse çocuk, ailenin elinden alınabiliyor. Ve devletin desteğiyle süreç hemen başlıyor.
Oysa cinsiyet değiştirme süreci bu kadar basit bir süreç değildir. Ciddi anlamda psikoterapi ve psikiyatrist gözetimi gerektirir. Üstelik uzun bir süreçtir. Durumun daha da acı tarafı reşit olmayan çocuklara dahi cinsiyet değiştirme ameliyatlarının yapılıyor olmasıdır. Durum bu haldeyken çocuklarımızı yetiştirirken onların psikolojik durumlarını, sosyal medyayı kullanımlarını ve sınırlı disiplin yöntemlerini takip ederek sağlıklı bir cinsel kimlik geliştirmelerini sağlamak zorundayız.